( Temsiliyetsiz blogunda çağrısı yapılan kolektif politik aktörlük tartışmasında yer alan yazılara bu blogda da yer verilmektedir. Tartışmaları başlatan çağrıya şuradan ulaşabilirsiniz: https://temsiliyetsiz.wordpress.com/2017/10/26/100/
Yazının kaynağı: https://temsiliyetsiz.wordpress.com/2017/12/26/devrim-yapmak-isi-ozturk-sazende/ )
Devrim yapmak “işi” / Öztürk Sazende
“Devrimcinin işi devrim yapmak” demiş, Che Guevera. Deniz Gezmiş’in çok sevdiği bir motto. Son dönemde parkasıyla adından çokça söz ediliyor. Bir kahramanın sözlerinin alıp kullanmak güzel, peki sahiden nedir, devrim yapmanın kendisi?
Türkiye halkları çokça zorlu dönemlerden geçmiştir. 12 Eylül, onu yaşamayan genç kuşakların, bizim kuşağımızın çok anlayabileceği bir şey değil. Ama biliyoruz ki biz de kendi 12 eylülümüzü mevcut OHAL karanlığında yaşıyoruz. Özellikle son KHK’nın toplumsal psikolojide yarattığı çatlağı göz önüne alarak bu meseleyi etraflıca düşünmek elzem. Toplumda iktidarı mümkün kılan en temel şey korku, bunu biliyoruz. Sürekli korku salınıyor, yayılıyor. Zor zamanlar, dar zamanlar.
Peki böyle zamanlarda, işi devrim yapmak olan devrimcilerin “devrim yapmak” işini nasıl tarif etmesi gerekir? Önce şunu net ortaya koyalım. İşi devrim yapmak olan devrimcinin devrim işini tarif etmesi gerekir. Tamam romantik olalım, devrim anının, işte mesela Gezi’nin ilk günleri gibi büyük kitle ayaklanmaları, muazzam bir dayanışma, başka bir toplumun nüveleri filan olduğunu düşünelim. Bu bize iyi gelecektir, çünkü o anlar, zihnimizde, korkunun yırtılıp atıldığı, güzel şeylerin mümkün olduğu düşüncesini hareketlendirir.
Ama yine de, pek bir cevap yok. Ben aslında asıl cevapsız olan şeyin başka bir şey olduğunu iddia etmek isterim. Devrimciler de, toplum da, esas olarak bu karanlık karşısında “ne yapacağını” bilmemektedir. Bundan dolayı da, sürekli kayıplar vermekteyiz, çuvallamaktayız. Ya hayatlarımıza tutunmaya çalışmakta, devam etmeye çalışmaktayız, ya “romantik” nutuklar atmakta, tespitler yapmaktayız, ya da korku ve umutsuzlukla bir köşeye çekilmekteyiz. Hepsi çok normal, bunları doğal ve sıradan kabul etmeliyiz. Ancak o zaman bunlarla yüzleşebiliriz.
Ne yapacağımızı bilmiyoruz. Ben bilmiyorum. Siz biliyor musunuz? Bilen varsa, lütfen anlatsın. Çünkü, devrimcinin işi devrim yapmaktır, ama bu bir jenerik, bir motto. Koşullara göre, devrim yapma işinin içeriği değişebilir. Bugün milyonlarca insan ne yapacağını bilmiyorsa, savunmasızsa, korkuyorsa… Kendini savunacağı araçları yoksa, kendi hayatını, haklarını, özgürlüklerini, emeğini, onurunu savunacağı araçları yoksa… Eh, devrimcilerin işi o zaman ne olurdu? Devrim meselesi o zaman nasıl ifade edilirdi? Bence işte o zaman, bizim mottomuz şöyle değişebilirdi: devrimcilerin işi devrimin nasıl yapılacağını insanlara anlatmaktır.
Ne yapacağımızı bilmiyoruz. Karanlığı yırtıp atmak zorundayız, başka bir yaşam yok. Yahut, hayat bu karanlıkta değil, “hayat başka yerde”. Dolayısıyla, bu karanlığın nasıl yırtılıp atılacağını keşfetmek zorundayız. Nasıl örgütlenilmesi gerektiğini, ezber cevaplar içinden, mottolar içinden değil, gerçekçi deneyimler içinden, mütevazi çabalar içinden, dayanışma ile örmek zorundayız. Devrimcinin işin bugün insanlara, devrimin nasıl yapılacağına dair kendi deneyimi üzerinden biriktirdiği araçları sunması, anlatması olabilir. Gerçek deneyimlerden, hayatı basit yerlerden dönüştürerek örgütlemek olabilir. Sabırla, inatla, dakika dakika başka bir hayatı örgütleme, insanları bu hayata örgütleme, hak ve özgürlük talepleri üretme olabilir. Bunun araçlarını yaratmak olabilir. Bilmeyenlere ulaşmak, küçük görülen kitlelerle bağ kurmak, sabırla dinlemek, öğrenmek ve öğretmek olabilir.
Gerisi, şu an için, laf-ı güzaf.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder