21 Aralık 2020 Pazartesi

Ayşe Düzkan'la Söyleşi: Feminizmden neler öğrenebiliriz?

Sosyalist hayallerin ve mücadelelerin beslenmesi gereken ana kanallardan birinin feminizm olduğu düşüncesinden yola çıkarak, Ayşe Düzkan'la, Eleştirel Sosyalist Düşünce blogu için, kısa bir söyleşi yaptık. Katkısı için kendisine tekrar teşekkürler. 

*

ESD: Bir şiddet deneyiminin paylaşılması ve failinin ifşa edilmesiyle, bu şiddete izin vermeyen toplumsal ilişkilerin inşa edilmesi arasındaki bağlantıya dair ne düşünüyorsunuz? İfşayla inşa arasındaki geçişler ne şekilde gerçekleşiyor? Bu konuya dair feminist bir yaklaşım, işçi sınıfının kapitalizmden kaynaklanan şiddet deneyiminin paylaşılmasıyla, bunun faillerinin ifşasıyla ve kapitalizmin bertaraf edilmesiyle ilgili -yaklaşım, yöntem, zamanlama, dil, süreklilik vb. açısından- neler önerebilir?

AD: Öncelikle şunu söyleyeyim, eşitliğin inşa edilecek bir şey olmadığını, eşitsizliğe sebep olan şeylerin toplumsal ilişkilerden sökülüp atılmasıyla ve eşitsizliğe sebep olan hiyerarşilerin bazen tasfiye edilip bazen de dönüştürülmesiyle ortaya çıkacağını düşünüyorum. Çünkü eşitliğin, bugünkü ilişkilerin şekillendirdiği aklımızla tahayyül edilemeyeceğini, kurgulanamayacağını, zaman içinde şekilleneceğini düşünüyorum. Özgürlük için de aynı şeyleri söyleyebilirim ama bir fazlası var; kesintisiz bir süreç, mutlak özgürlük yok, özgür olamayız, daha özgür oluruz ve özgürlük mücadelesiyle zaman içinde git gide daha özgür oluruz. İfşa, erkeklerin şiddet tekelini dağıtıyor, bu zaten eşitliğe doğru atılan bir adım. İşçi sınıfına yönelik şiddetle erkek şiddeti arasında önemli bir fark var. Sık sık şiddet tekelinin devlette olduğu söyleniyor, bu büyük ölçüde doğru ama tam olarak doğru değil. Devlet bu tekeli erkeklerle paylaşıyor. Burjuvazi şiddeti bizzat uygulamıyor, elinde devlet gibi bir araç var, bu şiddet erkek şiddeti gibi gizli değil, hatta genellikle ibret olması için gösteriliyor da. 

Bu konuda geçen yüzyıldan bu yana ortaya çıkan iki değişimden söz edilebilir. Bunlar biri, devletin, geçen yüzyılda sosyalistlerin mücadelesi ve reel sosyalist sistemin varlığıyla sağlanan "sosyal" yanının git gide küçülmesi; ikincisi özel güvenlik şirketleri, özel hapishaneler gibi kurumlaşmalarla şiddetin de "özelleştirilmesi". Bütün bunlar erkek şiddetiyle mücadeleyle işçi sınıfına yönelik şiddetle mücadele arasında benzerlik olmadığını düşündürüyor bana. Diğer yandan, işçi sınıfı devrimi için, iktidar değişikliğiyle, var olan iktidar mekanizmasının parçalanmasıyla sonuçlanacak bir siyasal devrim gerekiyor. Ancak o devrim üretim araçları üzerindeki mülkiyeti ortadan kaldırır ve sınıfları ortadan kaldıracak süreci başlatır. Ama kadın devrimi farklı alanlarda sıçramalarla, altüst oluşlarla gerçekleşiyor, bu anlamda sürekliliği var. İkisi birbirinden farklı.       

ESD: Bir şiddete maruz bırakılan kişinin "maruz bırakılan" olmasıyla, tarihsel ve toplumsal bir "özne" olmasını bir arada düşünebilmek için nasıl bir kavrayışa ihtiyacımız var? Sizce sosyalist mücadele verenlerin bu konuda feminist bir kavrayıştan etkilenmeleri, onları, toplumsal iktidar ilişkileri, kapitalizm, öznelik/öznellik ve toplumsal dönüşüm gündemlerinde neleri yeniden düşünmeye ve/veya nasıl yaklaşımlar/yöntemler geliştirmeye doğru itebilir?

AD: Şiddet baskıdan, baskı da sömürü ilişkilerinden bağımsız değil. Mağdurun özneleşmesi, bu ilişkilerin teşhiriyle ve bu bağlantının kurulmasıyla mümkün. Yoksa tarihin sonuna kadar şiddetle mücadele ederiz. Ben sosyalist terimini kullanmayı tercih etmiyorum çünkü bu terimin sosyal demokrasi başta olmak üzere yakın tarihteki çeşitli siyasal akımlar tarafından kirletildiğini düşünüyorum. Sınıf mücadelesi ve komünizm ile anarşizmden söz etmeyi tercih ederim. Bu mücadele içinde olanların feminizmden öğreneceklerinin bir kısmı anarko-komünist düşüncenin de parçası; öznenin -sınıfın- doğrudan eylemi, öznenin öz-örgütlerinin belirleyiciliği ve öz-bilincinin oluşması gibi.

Bugün feminizmden öğrenilecek birkaç şey var bence; bunların başında somut taleplerle ilerleme, sistemin sonuçlarını "ufalayarak" aktarma, bunların üzerine gündem ve mücadele oluşturma geliyor. Her toplumsal hareketin bir büyük anlatıya ihtiyacı var. O anlatı bir çıkış noktası, olup biteni anlamak için çok önemli bir araç. Ama toplumsal dönüşümler için yeterli değil. Sistemin teşhiri, çözümler üretilmesi, bu çözümlerin gerekçi olması, hayatın içinde sağlamasının yapılması da gerekiyor. Yoksa 11. tezin hakkını vermek mümkün değil. Değişim isteyen her hareket kopuşu, kopuş noktalarını görecek ve gösterecek radikallikte ama aynı zamanda ikna edici de olmalı. Feminizm bunu başardı, erkek düşmanlığı gibi kolay yenilir yutulur olmayan bir şeyi üstlenip talepleriyle geniş kitleleri ikna edebildi. Diğer yandan, her hareketin hem ilerlemek hem ikna edici olmak için küçük de olsa zaferlere ihtiyacı var. O zaferler ancak doğru kararlarla, gerçekçi hedeflerle mümkün. Bu konuda feminist hareketin öğretici olduğuna inanıyorum.   

ESD: Sosyalist mücadele verenler, kadın hareketinden ve feminizmden neler öğrenebilir? Acıyla sıkıntıyla, neşeyle coşkuyla ilişkileri açısından, yasla ve onarımla ilişkileri açısından, hayaller ve gerçeklikle ilişkileri açısından, yıkıcılık ve yaratıcılık açısından, geçmişe ve geleceğe bakışları açısından, duygusal/düşünsel, illişkisel, eylemsel, kurumsal, aklınıza gelen herhangi bir açıdan...

AD: Ben sol harekette duyguların feminist hareketten daha belirleyici olduğunu gözlemliyorum. Geçmişe bağlılık, cesaret, öfke, mağduriyetin kutsanması (her gün daha berbat bir adam olsa da İsmet Özel'in "Acı duymak ruhun fiyakasıdır"ını unutmak mümkün değil), intikam vaadi ve bunların üzerinden bir politik anlatı inşa etme çabası bana çok duygusal geliyor. Yas ve sebeplerinin onarılması üzerine Kürt hareketinden ve -daha az olmakla birlikte- Filistin'den daha fazla şey öğrendim. Ama daha somut bir şeyden söz etmek istersek, bölünmüşlükle baş etme konusunda kadın hareketinden öğrenilecek çok şey var bence. Türkiye'de solun bölünmüşlüğü olağan ölçülerin ötesinde ve bunun sonuçlarının ilk bakışta görülenden daha vahim olduğunu düşünüyorum. Burada duygular da epeyce etkili ama erkeklere mahsus sayılan duyguların duygu sayılmadığını, akıl, kararlılık gibi olumlu adlarla tanımlandığını düşünüyorum. 

Ayrıca, politik simgeler yaratma, derdini metinlerle değil, eylemle ve simgelerle anlatma konusunda öğrenecek çok şey var; örneğin Mor İğne, bir simge olarak ilk kez 1989 yılında kullanıldı ve bugün de anlamı hatırlanıyor. Kurumların, örgütlerin işlevi bittiğinde dağıtılabileceği fikri ve bunun dönüştürücü yıkıcılığı da ilham verebilir. Ayrıca davanın, sonuçların, dönüşümün, örgütün ihtiyaçlarına öncelenmesi,  örgütün sadece bir araç olduğunun anlaşılması açısından da feminizm öğretici bence. 

Ama diğer bir nokta, gündelik kadın deneyimininin, insanlığın ortak deneyiminin bir parçası olduğunu fark etmek, teoriyi ve önerileri bunun üzerinden revize etmek olabilir. Örneğin temizlikle, yemek pişirmeyle haşır neşir olan bir felsefecinin, sosyal bilimcinin düşünce biçiminin farklı olacağı açık. Ayrıca çocuk bakımını sistematiğinin parçası kılmayan bir iktisat bugünkü gerçekliğimizi anlayamaz.