21 Kasım 2016 Pazartesi

Duvar 2016: Kapatılma ve Sapkınlık

Geçtiğimiz günlerde Yılmaz Güney’in Duvar’ını yeniden izledim. Ertesi sabah uyandığımda ise çocuklara tecavüz eden cinsel saldırganların mağdur çocuklarla evlenmesi durumunda ceza indirimi alacağına dair “baskın” yasa tasarısını okudum. Yılmaz Güney’in filmi, ne yazık ki, hala güncel bir filmdi: Onu sinema tarihinin özgün bir noktası ve yaratıcı bir zihnin üstün sanat yeteneğinin örneği olarak inceleyeceğimiz günleri görmemizi umut ederim.

Filmde, Dördüncü Koğuş’un şairi olan çocuk “Burada Allah yok, peygamber izinde” olarak bilinen söyleyişi değiştirir: Burada Allah yok, peygamber ekip başı. Diyebiliriz ki Allah, elçisi aracılığıyla zulmün bir parçasına dönüşür. Ekip başı, zalim otoritenin sadistik uzantısı olan kardeştir, yaşıttır.
Toplumsal gerçekçi sanat zor bir iştir; kötü bir melodram veya propaganda filmine dönüşmeye eğilimlidir. Yılmaz Güney, çocuk koğuşu ile diğer koğuşların ve çeşitli figürlerin ilişkisini öyle bir şekilde koyar ki, film seyirciye ağlama, kaçma ve kurtulma gibi imkanlar vermez: Tümgüçlü özdeşleşme ve manik savunmaların belirmesine yer bırakmaz. Bir Yeşilçam yıldızı olan Çirkin Kral, insan zihninin kaçma ve inkar etme eğilimlerini iyi anlamıştır.

Öncelikle devrimcilerle başlayalım: Devrimciler izoledir. Diğer mahkumlarla karşılaşmazlar, onlara temas edemezler. Gene de disiplinleri ve katlanma becerileriyle çocuklar için bir düşünce nesnesi haline gelirler. Devrimcilerin isyanını, isyan sonrası nakledilmelerini ve çocukların devrimcilerin sloganlarını okumalarını, çocukların isyanı takip eder. Devrimciler, izole de olsa, zulüm de görse, belli belirsiz bir potansiyeli yaşatmaktadırlar. Çocuklar da isyan eder ve devrimciler gibi nakledilirler. Yılmaz Güney, seyirciye devrimci zaferin mutluluğunu yaşatmaz; bir sonraki sahnede çocukları nakledildikleri cezaevinde bekleyen, bizzat cezaevi müdürünün katılımıyla, anal muayenedir.
İyi gardiyan imajıyla devam edelim: Ali Emmi, sevgi dolu bir yetişkindir ancak etkisizdir, güçsüzdür. Film boyunca kötü gardiyan Cafer’le ilişkilerine dair bir ipucu yoktur. Kaçma girişimi ve jandarmanın çocuklardan birini öldürmesi onun gözetiminde gerçekleşir. İşinden olur, çocukları görüşe gelse de dışarıya, hayata, bir yetişkin olmaya dair umutları canlı tutma kapasitesi çok yoktur. Toplumdaki iyi, etkisizdir, şiddeti sınırlayamaz.

Ali Emmi bir yanıyla da dışarıyı temsil eder. Ancak, kaçmayı ve 1 gün dışarıda kalmayı başaran çocuğu dinlediğimizde dışarının da içeriden farkı olmadığını görürüz. Herkes koşmaktadır, kimse kimseye bakmamaktadır, Ali Emmi’nin gören ve şefkat gösteren bakışına, gardiyanların zalim bakışına karşı hayal edilen dışarıya kayıtsızlık hakimdir. Öte yandan, belediye köpekleri zehirler. Sevgi ve şefkat imkansızdır. Hayatın baştan çıkarıcılığına dair veri kalmadığında da ölüm gerçekleşir: Yılmaz Güney, seyirciyi psikolojik ölüm sorusuyla karşı karşıya bırakır.

Filmde, ne dini güçler sınır koyabilir zulme, ne politik güçler. Allah yoktur, devrimciler izole edilmiştir. Ali Emmi’nin etkisizliği de toplumun da zulme sınır koymakta etkisiz olduğuna işaret eder. Sınırların yokluğunda beliren yalnızca şiddet ve ölüm değildir: Çocuklar tecavüze uğrar.
İktidarın sınırsız bir yaptırım gücüne sahip olduğu, Anayasa Mahkemesi’nin işlevini iptal ettiği, uluslar arası sözleşmelerin askıya alındığı bir kapatılma halinde yaşarken, bir sabah uyanıyoruz ki, bir gece baskınıyla çocuk tecavüzünün yolu açılıyor. Tekrar tam da burada: Devrimcilerin, toplumsal dayanışmanın ve ayıp olunacak kurumların eksikliğinde beliren yalnız sınırsız şiddet değil, sapkın cinsellik. 

Bir gece yarısı baskınıyla, çocuklarımıza olduğu kadar çocukluğumuza da tecavüz ediliyor. 

Barış

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder