Geçtiğimiz günlerde Yılmaz Güney’in Duvar’ını yeniden
izledim. Ertesi sabah uyandığımda ise çocuklara tecavüz eden cinsel
saldırganların mağdur çocuklarla evlenmesi durumunda ceza indirimi alacağına
dair “baskın” yasa tasarısını okudum. Yılmaz Güney’in filmi, ne yazık ki, hala
güncel bir filmdi: Onu sinema tarihinin özgün bir noktası ve yaratıcı bir
zihnin üstün sanat yeteneğinin örneği olarak inceleyeceğimiz günleri görmemizi
umut ederim.
Filmde, Dördüncü Koğuş’un şairi olan çocuk “Burada
Allah yok, peygamber izinde” olarak bilinen söyleyişi değiştirir: Burada Allah
yok, peygamber ekip başı. Diyebiliriz ki Allah, elçisi aracılığıyla zulmün bir
parçasına dönüşür. Ekip başı, zalim otoritenin sadistik uzantısı olan
kardeştir, yaşıttır.
Toplumsal gerçekçi sanat zor bir iştir; kötü bir
melodram veya propaganda filmine dönüşmeye eğilimlidir. Yılmaz Güney, çocuk
koğuşu ile diğer koğuşların ve çeşitli figürlerin ilişkisini öyle bir şekilde
koyar ki, film seyirciye ağlama, kaçma ve kurtulma gibi imkanlar vermez:
Tümgüçlü özdeşleşme ve manik savunmaların belirmesine yer bırakmaz. Bir
Yeşilçam yıldızı olan Çirkin Kral, insan zihninin kaçma ve inkar etme
eğilimlerini iyi anlamıştır.
Öncelikle devrimcilerle başlayalım: Devrimciler
izoledir. Diğer mahkumlarla karşılaşmazlar, onlara temas edemezler. Gene de
disiplinleri ve katlanma becerileriyle çocuklar için bir düşünce nesnesi haline
gelirler. Devrimcilerin isyanını, isyan sonrası nakledilmelerini ve çocukların
devrimcilerin sloganlarını okumalarını, çocukların isyanı takip eder.
Devrimciler, izole de olsa, zulüm de görse, belli belirsiz bir potansiyeli
yaşatmaktadırlar. Çocuklar da isyan eder ve devrimciler gibi nakledilirler.
Yılmaz Güney, seyirciye devrimci zaferin mutluluğunu yaşatmaz; bir sonraki
sahnede çocukları nakledildikleri cezaevinde bekleyen, bizzat cezaevi müdürünün
katılımıyla, anal muayenedir.
İyi gardiyan imajıyla devam edelim: Ali Emmi, sevgi
dolu bir yetişkindir ancak etkisizdir, güçsüzdür. Film boyunca kötü gardiyan
Cafer’le ilişkilerine dair bir ipucu yoktur. Kaçma girişimi ve jandarmanın
çocuklardan birini öldürmesi onun gözetiminde gerçekleşir. İşinden olur,
çocukları görüşe gelse de dışarıya, hayata, bir yetişkin olmaya dair umutları
canlı tutma kapasitesi çok yoktur. Toplumdaki iyi, etkisizdir, şiddeti
sınırlayamaz.
Ali Emmi bir yanıyla da dışarıyı temsil eder. Ancak,
kaçmayı ve 1 gün dışarıda kalmayı başaran çocuğu dinlediğimizde dışarının da
içeriden farkı olmadığını görürüz. Herkes koşmaktadır, kimse kimseye
bakmamaktadır, Ali Emmi’nin gören ve şefkat gösteren bakışına, gardiyanların
zalim bakışına karşı hayal edilen dışarıya kayıtsızlık hakimdir. Öte yandan,
belediye köpekleri zehirler. Sevgi ve şefkat imkansızdır. Hayatın baştan çıkarıcılığına
dair veri kalmadığında da ölüm gerçekleşir: Yılmaz Güney, seyirciyi psikolojik
ölüm sorusuyla karşı karşıya bırakır.
Filmde, ne dini güçler sınır koyabilir zulme, ne
politik güçler. Allah yoktur, devrimciler izole edilmiştir. Ali Emmi’nin etkisizliği
de toplumun da zulme sınır koymakta etkisiz olduğuna işaret eder. Sınırların
yokluğunda beliren yalnızca şiddet ve ölüm değildir: Çocuklar tecavüze uğrar.
İktidarın sınırsız bir yaptırım gücüne sahip olduğu, Anayasa
Mahkemesi’nin işlevini iptal ettiği, uluslar arası sözleşmelerin askıya
alındığı bir kapatılma halinde yaşarken, bir sabah uyanıyoruz ki, bir gece
baskınıyla çocuk tecavüzünün yolu açılıyor. Tekrar tam da burada:
Devrimcilerin, toplumsal dayanışmanın ve ayıp olunacak kurumların eksikliğinde beliren
yalnız sınırsız şiddet değil, sapkın cinsellik.
Bir gece yarısı
baskınıyla, çocuklarımıza olduğu kadar çocukluğumuza da tecavüz ediliyor.
Barış
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder