13 Nisan 2022 Çarşamba

Başka bir tebliğ mümkün

Eylem Akçay

Son zamanlarda içki ile ilişkilendirilen mekânlarda ve ramazanın girmesiyle de toplu taşıma araçlarında tebliğ adı verilen, uygulayıcılarının bir ibadet gibi gördüğü söylenen bir pratik yaygınlaşmış görünüyor ve iktidara muhalif kişilerin tepkisini çekiyor. Tebliğlerin bu mekânlarda bulunması beklenen “yoldan çıkmış” insanları dine çağırma konusunda etkili olmasını herhalde tebliğcilerin kendileri pek de beklemiyor olmalı. Nitekim yaygınlaşan görüntülerde sükunetle rabbin emrini yerine getirdiklerini, tebliğ ederek ruhlarını kurtardıklarını ifade ediyor ve mekânı terk ediyorlar.

Bu faaliyetin münferit arzularla, sadece allah rızası için bireysel bir kararla yapıldığına inanmak çok kolay değil. Eğitim ve kadro gerektiren bir faaliyet bu. Ders vermek için ders almış olmak gerekir. Öyleyse tebliğden beklenen “siyasi” veya “örgütsel” çıkar ne olabilir? Tebliğciler esasen kime sesleniyor, kimi “doğru yola” sevk etmeye çalışıyor? Bu soruya kestirme bir yanıt vermeyi deneyelim: Tebliğciler tebliğciliği örgütlüyor olabilir.

Muhaliflerin onlara verdiği öfkeli tepkinin hedefinde tebliğcilerin kendisinden daha fazlasının olduğunu düşünmek için de nedenlerimiz var. İktidarın toplumsal sorunlarla başa çıkmada zorlanmaya ve gündem yaratmada eski gücünden kaybetmeye başladığına dair işaretleri dikkate alırsak, tebliğ faaliyetinin iktidara muhalif insanların gözünde nihayetinde iktidarın pervasızlığını temsil ettiğini düşünebiliriz. Tebliğ faaliyeti yoldan çıkma tehlikesi içindeki iktidar yandaşlarına düşmanı hatırlatabilir: Tebliğcilere verilen tepkilerin iktidara yönelik tahammülsüzlüğü “halka”, dini bütün vatandaşa yönelmiş bir tahammülsüzlüğe tercüme edilir. Ama esas etkisini “halkta”, dini bütün vatandaşta değil, kadrolar arasında göstereceğini de düşünebiliriz. İktidardaki örgütün gücünü oluşturan ve destekçilerini muhaliflerin gözüne bir örnek gösteren şey biraz da budur: İktidardaki parti yıllardır destekçilerini kadro olarak örgütlemekte gayet başarılı oldu. Çıkar ağlarını, yeniden-dağıtım eksenlerini ve umut vaatlerini siyasi bir taşıyıcı hattın üzerinde hareket ettirdi. Üstelik bu hattı her türlü kurumsal yapının -onları çürütecek derecede- üzerinden geçirerek başardı bunu.

Tebliğ ve ajitasyon-propaganda 

Tebliğ örgütlü bir faaliyettir, örgütün ajitasyon-propaganda aracıdır. Bu açıdan “tebliğ” muadili faaliyetlerin sol örgütlerin en önemli siyaset kalemlerinden biri olduğunu teslim edebiliriz. Afişler, bildiriler, pullamalar, sloganlar kadar kalabalıklar içinde sosyal cesaret örneği olan ve tebliğe benzeyen yüksek sesli konuşmalar da hep yaygın kullanılan, etkili araçlar oldu. Ülkenin değişime, yenilgiye veya toplumsal çalkantıya eşit uzaklıkta olduğumuzu düşündüren, bitmek veya gelmek bilmeyen bir seçim öncesinde fazlasıyla siyasileşmiş atmosferinde sol partilerin bu araçlara daha sık başvuracağını tahmin edebiliriz.

Üstelik, mevcut iktidar yanlısı örgütlü tebliğ pratiğinin bu atmosferde muhalif ajitasyon- propagandanın da geçebileceği bir kapıyı açmış olması mümkün. Tebliğcilerle ağız dalaşına girmek (hatta allah saklasın fiziksel çatışmalara kalkışmak) yerine bir karşı-tebliğ faaliyeti örmeye aday olan siyasi oluşumlar rahatlıkla çıkabilir. Böyle bir karşı-tebliğ faaliyetinin hedefine tebliğcileri alması elbette anlamlı olmaz: Ülkede insanların birbirine yüksek sesle söylemek isteyebileceği çok fazla şey vardır herhalde, tebliğcilerin verdiği rahatsızlık bunların yanında devede kulak kalır. Fakat ne söyleneceği, nasıl söyleneceği, kime söyleneceği ve bu faaliyetin nihayet neyi hedefleyeceği üzerine tartışmaya, sadece bu müstakbel örgütlerin değil hepimizin ihtiyacı olacak.

Kısacası, tebliği ve ajitasyon-propagandayı çeşitli veçheleriyle tartışmak muhaliflerin “kurtuluş” umudu açısından fayda sağlayabilir diye düşünüyorum. Bu yazının amacı bu. Üslubu okuyucuya bir tebliğ gibi görünecek olsa bile, bu yazının niyetinin hakikati ifade etmek değil, olan bitenin bir gözün gördüğü haliyle -ve sadece bir miktar değerli bulunursa yeni tartışmalara imkân vermek niyetiyle- aktarılması olduğuna inanılmasını arzu ediyorum.

Ajit-prop bir eğitim faaliyeti midir?

Tebliğin içeriği, örgütün inandığı değişmez ve evrensel hakikati teker teker her bir insanın en küçük gündelik hayat pratiklerinin mürşidi kılmaya yönelik bir çağrıdır: Bunun ödülü hayattayken ulaşılamayacak, tarih üstü ve bireysel bir refah olacaktır ve aynı düzlemde cezası da vardır. Ajitasyon-propagandanın içeriği de bir miktar benzer: örgütün hakikatini aktarmak. Ama bu sefer -tarih üstü değilse de- zamanda yolculuk yapabilen (bilim gibi, geleceği hesaplayabilen) bir öznenin uyarıları aktarılır: Bugünün hayatında bireysel değil kolektif olarak alınacak tavırla geleceği istendiği gibi belirlemek mümkündür. Bu yapılmazsa cezamız, bugün olanın olmaya devam etmesi veya daha da kötüye gitmesi olacaktır. İki durumda da hedefteki alıcıya bir ders verilir, hakikat öğretilir.

Bu biraz basitleştirilmiş anlatıdaki tebliğcilerin ve ajit-propçuların kaba materyalistlere benzediğini iddia edebiliriz. Feuerbach üzerine tezlerin üçüncüsünde Marx eğiticinin kendisinin de eğitilmesi gerektiğini hatırlatır:

"İnsanların koşulların ve eğitimin ürünü oldukları, dolayısıyla değişik insanların başka koşulların ve farklı eğitimin ürünü oldukları biçimindeki materyalist öğreti, koşulların insanların kendileri tarafından değiştirildiğini ve eğiticinin kendisinin de eğitilmesi gerektiğini unutur."

Bu tez eğitimin iflah olmaz başarısızlığını ortaya koyar. Eğitim, sorunlarıyla birlikte gelir. Koşullar veya ortam, insanlar arası ve insanlarla nesneler arası ilişkilerden ve bu ilişkiler üzerine düşünme aracı olarak dilden fazlası değildir. Eğitim “eğitmez”, insan ilişkilerine dahil olur sadece, her insani etkileşim gibi. Eğitim, yapılandırılmış bir etkileşimdir: Örgütlüdür, toplumu hedefleyen bir örgütün kendi hakikatini topluma aktarmasıdır. Eğiticiler de eğitilir ama hakikati bilecek maddi bir “ilk eğitici” yoktur. Şu anlamda: Uhrevi eğitici ve zaman yolcusu gerçek insanlar değildir ama eğitim insanlar arasındaki bir ilişkidir. Tezin sonraki cümleleri bu durumun istenmeyen sonucunu açıklıkla ortaya koyar: 

"O nedenle, toplumu, biri diğerinin üstünde yer alacak biçimde, iki kısma ayırmak zorunluluğuyla karşı karşıya gelir. (Örneğin Robert Owen’da.)"

Tebliğci de, ajit-propçu da nihayetinde toplumu iki kısma ayırmayı hedefler. Örneğin tebliğ, toplumu kâfirler ve müminler olarak ikiye ayırmak ister. Ancak elinde olmayarak sebep olduğu başka bir ayrımla bu nihai ayırma niyetini baltalar. Tebliğ faaliyeti hedefindeki toplumu eğiticiler ve eğitilenler olarak, asla tamamlanmayacak bir ayrımla böler. Eğitilenler kısmı daima bir eksiklikle işaretlenecek, eşitlenme gerçekleşmeyecektir. Tebliğ faaliyeti sonsuzdur, daima önünde kalan yolun yarısını almakla uğraştığından hedefe bir türlü varamayan bir ok gibi, amacına asla ulaşamayacaktır. Vaat ettiği tarih üstü gelecek, saadet zincirinin asla gelmeyen son halkası gibi daima uzaklaşır, ilk tebliğcide toplanan kazanç bir iki halka sonra hiçe indirgenir.

Bugün gündemde olan tebliğ faaliyeti hedefindeki insanlara seslenemez. Burada kastettiğim “hedef” içki içenler veya kâfirler değil, müslümanlara da ulaşamaz. Tebliğ yine tebliğcilere hitap eder. Bir nevi örgüt içi eğitim vazifesi görür: Tebliğde bulunanı geliştirir, onun itibarını artırır, yeni yetmelere cesaret aşılar, veya tebliğciliğin görünürlüğünü artırarak onu arzu edilir, muteber bir rütbeye taşımaya çalışır, yani mevcut ve müstakbel tebliğcilere seslenir. İktidarın tebliğciye göz yumması tebliğin içeriğine bağlı değildir, söz konusu yapılandırmayı hazırlayan örgütle ittifakının olup olmamasına bağlıdır. Tümüyle aynı içerikle tebliğde bulunan bir muhalif radikal örgüte izin verilmeyeceği açıktır. Tebliğ inancı artırmayı değil eğiticiler örgütünü büyütmeyi amaçlar çünkü.

Siyasi faaliyetinin hatırı sayılır kısmında ajitasyon-propaganda faaliyetlerinin yer aldığını düşündüğüm bir sol örgütün eski bir afişi aklımda. Afiş, üniversiteye yeni gelen öğrencileri hedefliyordu, bu öğrencileri “Ali” adı verilen çöpten çizilmiş bir öğrenci temsil ediyordu. Ali okula geldiğinde bilgili biri değildi, ailesinin ve toplumun kötü eğitimine maruz kalmıştı ve kendisinden hakikat gizlenmişti. Ancak partili bir arkadaşı Ali’nin elinden tutmuş, ona hakikati, hak ettiklerini ve gücünü öğretmişti. Bu sayede Ali de partili olmuştu. Ali şimdi başka arkadaşlarına hakikati öğretiyordu. Bu afiş ajitasyon-propagandanın etkili olduğu düzlemi iyi işaret ediyor: Bu afiş -eğer Ali’nin partili arkadaşının yerini alacak kadar etkili olduğunu düşünmeyeceksek- esasında Ali’nin yerine mevcut ve müstakbel partililer için bir eğitim veya çağrı olmaya varacaktır. Eğitim öyle veya böyle eğiticiler örgütünü büyütmeye -ve toplumu biri diğerinin üzerinde yer alan iki kısma ayırmaya- yazgılı gibidir.

Ajit-prop gerçekten nedir?

Elbette burada söylediklerimizden ajitasyon-propagandanın örgüt faaliyeti repertuarından çıkarılması gerektiği sonucuna varmamalıyız. Ancak, ajitasyon-propagandanın baştan sona hiçbir yerinde hakikatleri bilmeyenlere aktarmakla ilişkili olduğuna inanmamıza gerek olmadığını düşünebiliriz. Bu faaliyet bir iletişim ve etkileşim faaliyetidir: İnsanlarla insanlar, insanlarla nesneler arası ve dille yapılandırılmış bir insani faaliyet. Bu haliyle etkili bir araç olmama ihtimali yoktur. Zaten üçüncü tez de bizi bu belirsiz ve nihilist noktada terk etmez, şöyle devam eder:

"Koşulların değişmesi ile insanın faaliyetinin değişmesinin örtüşmesi, ancak altüst edici pratik biçiminde kavranıp ussal olarak anlaşılabilir."

Marx’ın bu çözümde “ussal olarak anlaşılma” ifadesini kullanmasının referansı diğer tezlerde ve özellikle de anlamak-değiştirmek üzerine olan son tezde bulunur. Ancak yine de koşullar ve insan faaliyetinin “örtüşmesinin” akılla (dille) tartıya vurulması ihtiyacını ortaya koyması ilgi çekicidir. Açıktır ki Marx, çevresel koşullarla insani faaliyet arasında verili bir fark öngörmüyordu, bunlar “pratikte” bir ve aynı şeydi, örtüşüyorlardı. Bu ayrım, cümleden çıkan sonuca göre, ancak ussal, dilde, akılla çizilecek bir ayrım. Şu halde mevcut haliyle bir ihtiyaca cevap veriyor olmalı. Marx eğiticiler ve eğitilenler -veya koşullar ve insani faaliyet- arasındaki ayrımın, başka bir ayrımın, dünyada altüst edilmesi ve düzeltilmesi gereken bir ayrımın üzerini örttüğünü ima ediyor belki de. Ajit-prop bu çerçeveden bakıldığında eğiticiler örgütünü eğitilecekler aleyhine büyütmekten daha fazla bir potansiyele, altüst edici bir toplumsal etkileşim olma potansiyeline sahip olabilir. Ajit-prop etkinliğini gerçekleştiren bir kadro, bir başka insanı eğiten biri değildir, esasen o insanın çevresidir, koşullarıdır -elbette başka insanlar da o kadronun çevresi ve koşullarıdır. Aralarında sadece bir etkileşim hayal edilebilir: kurucu, var edici bir etkileşim.

Peki eğitim, ajit-prop veya artık onun yerine koyabileceğimiz ifadeyle “yapılandırılmış seslenme / söyleme / toplumsal etkileşime girme” faaliyetinden beklentilerimiz, bu gerçeğe göre nasıl şekil alabilir?

Söylerken dinlemek mümkün müdür?

Ülkenin siyasi atmosferinde geleceğe yolculuk yapmak için, görece yeni bir seslenme ve (kendini) söyleme alanı olan sosyal medyaya baktığımızda (özellikle Twitter’da) pek çok yakınmayla karşılaşıyoruz. En çok duyulan herhalde keskin bir kamplaşmanın (iktidar-muhalefet) tarafı olanların davudi sesi oluyor. Bir yanda tek bir ses(lenme) gibi duyulan, abartıyla iktidarı öven ve muhalefeti itibarsızlaştırmaya çalışan “troller”, diğer yanda çok parçalı bir cevap yetiştirenler ordusu. Ancak kimileri tarafından “muhalefete muhalefet etmekle” suçlanan dikkat çekici bir grup gözden kaçmıyor. Bazıları muhaliflerin yönelttiği eleştirilerin muhalefet cephesini zayıflatacağını düşünüyor. Bazıları muhalefet cephesinin gündemi (Erdoğan’dan) çalamayan, sesi yüksek çıkmayan, temkinli seslenme ve eylemlerini yetersiz buluyor. Muhalifler muhalefet partilerine ve liderlerine kuvvetli bir öfke yansıtabiliyor ve bu yüzden muhalifler arasında atışmalar ve gerginlikler olabiliyor.

Yine bir kestirme yol kullanacağım ve muhaliflerin muhalefet parti ve liderlerine yönelttiği tepkinin kaynağının, iktidara yönelttiği tepki olduğunu söyleyeceğim. 

Bugünkü iktidar (Erdoğan) toplumun bir kesimini siyasetten dışlıyor, onları duymuyor veya onların sözlerini kastettiklerinden farklı şekilde duyuyor, çarpıtıyor, önemsizleştiriyor. İktidarın bu kesime yönelik tavrı toplumsal işbölümünü işçi-işveren arasında olanın üzerini karalayacak çeşitli çatışmalar temelinde yeniden hizalamasıyla baş başa gidiyor. Hizmet alanla hizmet verenin, hastayla doktorun, öğretmenle öğrencinin, öğretmenle velinin arasını açmak, işçiyle memurun, işçiyle işçinin birbirine duyduğu haseti beslemek adeta bir yönetim stratejisi oluyor. Doktorla hasta arasındaki ölümcül olabilen çatışmada doktoru boğazda viski yudumlayan bir burjuva olarak hayal edebilirsiniz belki, ama hasta mutlaka öfkeli bir erkek oluyor. Birbiriyle çatışan birçok parçaya bölünmüş toplumda iktidar her zaman sayıca çok olanla ve güçlü olanla ittifak kuruyor ve geri kalan “azınlığı” siyasetten bu sayede dışlayabiliyor: Suç ortaklığıyla.

Muhalefet partileri ve liderlerinin bugün sesi duyulmayan bu kesime verebildiği (ve birçok engel yüzünden yerine getirme imkânına sahip olmadıkları) tek vaat, onların sesini taşımak olabiliyor. Bu imkânsız vaadi yerine getirmeye yönelen tüm eksik adımlar iktidarı tekrar eder gibi hissediliyor. İktidarın hiçbir vaadinin olmadığı bir düzlemde (yerine getirilmesi imkânsız olan) bir vaatle ortaya çıkan muhalefet elbette öfkenin hedefi oluyor.

Muhalefetin stratejilerinden biri, gerçekten de iktidarı tekrar ederek seçmeni kadro haline getirmek. Bu konuda az çok başarılı denilebilecek bir çizgide ilerlediğini söylemek mümkün. Ancak sonuç kimsenin dinlemediği muhalif artık-seçmenle kadro-seçmenin arasının açılması oluyor.

Bu çerçevede ajit-prop bu artık-seçmenle etkileşim içine girmenin bir aracı olarak önemli bir yer tutuyor. Ama etkisi aşırı sınırlı oluyor. Bunun nedeni çoğu zaman ajit-prop içeriğinin pragmatik ve seçmeci bir tavırla seçmenin arzusunun ne olduğuna dair bir tahmine dayalı olarak üretilmesi olabilir: Eğitimden ve tebliğcilikten sıyrılmak mümkün olmuyor. Öğretmen öğrencilerinin derste sorulmadıkça ve izin verilmedikçe konuşmasını istemez. Öğrencilerin yerine halihazırda konuşulmuştur: Neleri öğrenebilecekleri ve öğrenmeleri gerektiği belki anketlerle belki tahminle belki de doktrinin diktesiyle belirlenmiştir. Anketle, yani yapılandırılmış dinlemeyle, kimin dinlediğini bilmediğiniz bir konuşmanın tekinsizliği aşikar. Yerine-konuşması beklenen muhalefet partileri ve liderleri, gerçekten de (tıpkı Erdoğan gibi) yerine-konuşur görünüyor.

Muhalefet cephesinin bir kadro-seçmeni olamayacak (ve bu haliyle muhalefetin kendine kapanma tehlikesinin önüne set kuran) bu kesime yönelik olarak üçüncü tezin yönlendirdiği bir ajit-prop faaliyetinin bir çözüm önerisi olabilir. Dinlenmeyeni dinleyen bir seslenme mümkün. 

İnsanlara pahalılığın arttığını “bildirdiğinizde” bilmedikleri bir şey söylemiş olmuyorsunuz, umudunuz onların halihazırda var olduğuna inandığınız tepkisini “örgütlemek” oluyor. Ya da diyelim pahalılığın apaçık çözümü gibi görünen ama yerine getirilmesi imkânsız talepleri dillendirdiğinizde insanların arzularını ifade etmiş olmuyorsunuz. Ajit-prop içerikten çok biçimle, temasın -niceliğiyle değil- niteliğiyle işlevli oluyor. Bu ifadeler de dahil herhangi bir içerikteki bir bildirme / söyleme faaliyetinin ancak insanların söyleme ve duyulma / dikkate alınma açığını kapattığı oranda faydalı olacağını düşünmek mümkün. Sadece söylerken bile dinlemeyi, dinleme sözü vermeyi becermeliyiz. Birine sadece “hayat pahalı” dediğimizde bile bunun anlamı “seni duyuyorum, dinliyorum” olmalı. Dinleme ve duyulma ihtiyacımızı karşılıklı değiştokuş etmeliyiz.