17 Ocak 2020 Cuma

Ekonomik kriz ve intihar üzerine: İfşa yerine inşaya yönelmek

( Bu metin başka bir başlıkla ilk olarak 09.11.2019 tarihinde evrensel.net'te yayımlanmıştır: https://www.evrensel.net/haber/390599/psikolog-baran-gursel-ekonomik-krizle-intiharin-iliskisini-ele-aldi )

Baran Gürsel

Çoğumuzun yaşamımızı sürdürmek için ihtiyaç duyduğumuz şeyleri piyasadan satın almak ve bunu yapabilmek için de çalışmak zorunda olduğu bir düzende yaşıyoruz. "Kapitalist ekonomi" bu zorunlulukları da içeren birtakım toplumsal ilişkilere verdiğimiz bir ad neticede; dolayısıyla "ekonomik krizin" toplumsal ilişkilerdeki krizler anlamına da geldiğini söyleyebiliriz. Yani "ekonomik krizin" insanlardan ve insanlar arasındaki ilişkilerden bağımsız var olabileceğini düşünmek pek mümkün değil. Kriz, çeşitli vesilelerle ilişkilerimizin ve hayatlarımızın ortasına yerleşiyor.

Örneğin bir yandan "hayat pahalılığı" olarak; hayatı sürdürmek için ihtiyaç ve istek duyduğumuz şeylere erişimi zorlaştırıyor, erişimin bedelini ağırlaştırıyor ya da imkansız kılıyor. Diğer yandan -eğer çalışıyorsak- çalışma hayatındaki ilişkiler daha gerilim yüklü ilişkiler haline gelebiliyor. İşverenlerin maliyet azaltma ve benzeri sebeplerle çalışanlar üzerindeki denetimi arttırması, maddi ve sosyal haklarda kesintiler yapması ve hayatlarından çalınan gücü/zamanı arttırmasına, işsizliğin -zaten hiçbir zaman çok uzaklaşmamış- bir tehdit olarak varlığı eşlik ediyor. Bu türden durumların hayalkırıklığı, engellenmişlik, yoksunluk, çaresizlik, hınç, öfke, geleceksizlik... türünden deneyimleri çoğaltabileceğini düşünebiliriz. Aynı zamnda zaten kısıtlı olan hareket alanlarımızın daha da kısıtlandığını hissettirmesi, içimizdeki baskı ve sıkışma hislerini, kaybetme duygu ve kaygılarını canlandıran/çoğalması ihtimal dahilindedir. Herhalde özellikle borçluluğun etkisini de bunlara eklememiz gerekir. Çünkü borçluluğu görece sürdürülebilir biçimlerde yaşadığımız durumların da, kriz zamanında daha zorlayıcı içsel sıkışmalara dönmesi ihtimaller dahilinde.

Tüm bu etkilerin insanlardan insanlara, ilişkilerden ilişkilere doğru akma ve toplumsallaşma potansiyelini taşıdığını da aklımızda tutmalıyız.  Dolayısıyla krizin tekil olarak insanları etkilediğini söylemek yeterli olmaz; ilişkiler, kurumlar, topluluklar, toplumlar krizden etkilenir, krizin etkilerini taşır ve yaşar. Ama bu noktada şunu eklememiz gerekir: tüm bu yaralar aynı zamanda yeni ortaklıkların inşası için de zemin teşkil edebilirler ve tüm bu yaralar açılırken aynı zamanda onarıcı ve eşitlikçi bağlar o ya da bu ilişkide, o ya da bu formda var olmaya devam edebilirler.
Belki bu noktada ruhsallıkla toplumsallığın arasındaki ilişkiye dair bir not düşmekte fayda var. Toplumsallıkla ruhsallık ilişkisini konuşurken bunları birbirini dışlayan ve birbirinden bağımsız iki alan olarak düşünemeyiz. Toplumsal/nesnel ilişkiler -belli şekillerde- ruhsal/öznel dünyadaki ilişkilere dönüşür, ruhsal dünyadaki ilişkiler de -belli şekillerde- toplumsal ilişkilere dönüşür. Dolayısıyla her olgu belli ölçülerde ve şekillerde toplumsal ve ruhsal boyutlar içerir. Farklı yaklaşımlar olgulara farklı pencerelerden bakabilirler ama herhangi bir olgu ne sadece ruhsal ne de sadece toplumsal olarak kodlanabilir.

Ekonomik krizle intiharın ilişkisini tartışırken birkaç nokta üzerine daha fazla düşünmek gerektiğini düşünüyorum. Birincisi yukarıda sözünü edilen etkiler, ekonomik, dolayısıyla toplumsal ilişkilerdeki birtakım krizlerin nasıl içsel krizlere dönüşebileceğine dair bazı ihtimalleri ifade ediyor. İşçiler arasındaki "kardeşlik" bağlarının zedelenmiş olduğu, şiddet ve baskının yoğun olduğu koşullarda bu deneyimlerin daha zorlayıcı etkiler yapacağını düşünebiliriz. Bununla birlikte intihar dahil türlü ruhsal etkiyle ekonomik kriz arasındaki bağları daha sistematik ve özenli kurabilmek için bizim bu işlevi görecek sınıfsal kurumlara ihtiyacımız var. Belki de bu tür kurumların ve uygun tartışma ortamlarının eksikliği bizleri medya (sosyal medya dahil) üzerinden tartışmaya itiyor. Ama medya üzerinden tartışmak kişilere ve yakınlarının deneyimlerine saygıyla yaklaşmayı engelleyebildiği gibi, krizin ruhsallığına ilişkin kavrayışımızı da ne yazık ki geliştirmiyor. Bu nedenle sanırım bu meseleye ilişkin merakımız her canlandığında bu konuyu ele alacak sınıfsal kurumları nasıl yaratabileceğimizi düşünmeye daha çok enerji ayırmalıyız.

İkincisi ise muhalif konum almanın kendini, sistemin gizlediklerini ifşa etme ve duymayanlara duyurma" çabasına sıkıştırma riskiyle ilgili. Tabii intihar çarpıcı bir durum olduğu ve yakıcı deneyimlerin varlığına işaret ettiği için toplumun ortak kaygısının yöneldiği bir olgu oluyor. Dolayısıyla böyle bir gündem içerisinde sisteme dair huzursuzluklar ve muhalif sözlerin aktarılabilmesi için iletişim kanalları da açılmış gibi hissediliyor. Bunun anlamsız olduğunu düşünmüyorum ama intihar ve son zamanlarda gündeme gelen çeşitli çarpıcı ölüm vakaları üzerine hızlıca ve topluca yoğunlaşmanın başka bir soruna işaret ediyor olabileceğini düşünüyorum. Bu vakaları sistemin gizlemeye çalıştığı gerçek ve çirkin yüzü olarak düşünüp, onların sistemle bağlantısını ifşa etmeye çabalamak biraz da, bunu duyanların bu dehşet verici gerçeklik karşısında kendine gelip mücadeleye girişeceği hayaline dayanıyor. Bununla birlikte sistemin toplumun geniş kesimlerinden gizlemediği ve gizleyemediği yoğun bir yıkıcılık var. Bunlar bilinmeyen şeyler değil; hem bilinen hem de bilinmek istenmeyen şeyler. Burada bir gizlemeden ziyade inkarı canlı tutma çabası söz konusu. Sanırım neoliberal politikalarla otoriter politikaların ortaklaştığı bir nokta da bu.
İntiharların medya üzerinden yayılması sorusu üzerine de şöyle düşünebiliriz. Sınıf bağlarının ve kurumlarının bu kadar zayıf olduğu durumlarda medya insanların duygusal yatırımları için önemli bir odak noktası oluyor, olabilir ve kendimizi bu nedenle "medyanın dilini" daha fazla tartışmak zorunda hissediyor olabilir veya medya aracılığıyla "etkilenmeler" daha fazla oluyor da olabilir. Bununla birlikte bu gündemde ruhsal bir tutum alırken öne çıkarmamız gereken şey yine ortaklaşmacı ve dönüştürücü sınıf kurumlarının onarımı ve inşası olmalı bana göre. Bu kurumlar bu gündemleri ele alma ve düzeni değiştirme gücünü geri kazandıkça toplumsal acıların yaşam dolu yollarla ifade bulma olasılığının artacağını düşünebiliriz.

Bu nedenle sistemin çirkinliğini, çarpıklığını yıkıcılığını ifşa etme yönteminin ötesine geçip inşaya yönelmemizin anlamlı olduğunu düşünüyorum. Çünkü esas "bilinmeyen" ifşa edilen gerçekliğin yerine neyi ne şekilde koyacağımız. Esas "bilinmeyen" yaralı sınıfı nasıl inşa edeceğimiz ve bu yolla ruhsal ve toplumsal krizlerin önünü nasıl alacağınız. Bu nedenle ifşa ettiğimiz yıkıcılığın yerine ne inşa etmek istediğimizi, bunu nasıl yapacağımızı daha çok düşünmek ve konuşmak, bu tartışmalar için daha kolektif ve yaratıcı alanlar açmak zorundayız. Ben her şeye rağmen bu türden arzu ve çabalar açısından çok canlı bir dönemde olduğumuzu düşünüyorum ve ciddi derecede umutlanıyorum.