Baran Gürsel
İtalya’dan bir bulaşıcı hastalıklar uzmanı koronavirüsün agresif bir kaplandan vahşi bir kediye dönüşmüş olabileceğini söylemiş.* Bu hipoteze ilişkin başka bilimsel arayışları bir kenara koyup çağrışımsal bir arayışa girsek acaba nasıl olur?
Tam olarak neyin kastedilerek söylendiğini askıya alarak bu hipoteze ortak bir hayalimizmiş gibi bakalım. Bu hayalin yüzeye yakın bir anlamı, virüsün tanıdıklaşması ve evcilleşmesine yöneliktir. Esas ifadede vahşi bir kediden, hatta bir tür olarak vahşi kediden bahsedilmesi bile, kaplanla yan yana duran bir kedinin gönderme yaptığı bu anlamı iptal edemez diye düşünüyorum. Buradaki kurguda virüsün etkisinin azalması ve insana daha az zarar veriyor olması, onun saldırganlığında, vahşiliğinde bir azalma olarak ifade ediliyor ve bir tanıdıklaşma ve evcilleşme olarak ele alınıyor. Sadece tüm tekinsizliğine karşı virüse bir beden biçme arzumuzla ilişkili olmayan bu kurgunun aynı zamanda doğanın kontrol yoluyla evcilleştirilmesine yönelik hem modern hem de kapitalist olan motivasyondan beslendiği öne sürülebilir. Ve belki buradaki, kontrolün “onda değil bizde” olması isteği, içinde bulunduğumuz "ilk normalleşme döneminde" oluşan havanın, "ilk olağanüstü dönemindekine" nazaran daha çok bilgi (parçası) barındırması ve bu bilgilerin yol açtığı –yerli ya da yersiz olduğunu henüz anlayamadığımız- yeterlilik hissinden güç alıyor olabilir. Ama yorumlamayı bu düzeyde bırakırsak hem yorumda, “doğanın nesneleştirilmesini” tekrarlamış hem de bir çelişkiyi gözden kaçırmış oluruz.
Bu hipotezin/hayalin hayvan oyuncuları vardır (kaplan ve kedi) ve belki ilk bakışta, herhangi birer insan olsalardı çekecekleri kadar dikkat çekmez, o ölçüde anlam arayışını teşvik etmezler. Bu durum, “doğanın nesneleştirilmesi” eğiliminin bize, yoruma/yorumcuya bulaşmasına işaret ediyor olabilir; buna karşı uyanık olmalıyız. Aynı zamanda bu hayvanlar, hipotezi öne süren tarafından gelişigüzel mi seçilmiştir bilinmez ama hiçbir seçimin o kadar da gelişigüzel ve “anlamsız” olmadığını ve her seçimin o ya da bu ölçüde toplumsal ortaklıklardan izler (örn. fanteziler, ideolojiler, vb.) barındırdığını biliriz. O halde dikkatimizi buradan esirgeyemeyiz. Hipotezde kaplan-kedi ikilisinin vahşi-evcil ikiliğini temsil ettiği bir düzeyde iddia edebiliyoruz ama bu hayvanlara daha yakından baktığımızda yeni bir çelişkiyle karşı karşıya kalıyoruz: Kediler evcil midir?
Kedilerin, insanlara duyduğu ihtiyaç, bağlılık ve ilgi onları zihnimizde ve toplumsal bellekte sadece evcil yapıyorsa eğer bu ancak onların yabancılıklarının, kestirilemezliklerinin, “deliliklerinin” göz ardı edilmesi pahasına mümkün olabilir. Kedi/doğa üzerinde egemenlik yanılsaması bu göz ardı etme işlemi sayesinde sürerken, “delilik” kabusumuz haline gelir, korku yüksek düzeyde bulaşıcılığını korur. O halde bu noktada şu soruyu sorabiliriz: salgın sürecinin bugüne kadarki olan kısmında kedileri/doğayı gerçekten tanıyabilmeye başladık mı, yani virüs, salgın ve doğanın yabancılığı ve kestirilemezliğiyle kurduğumuz ilişkide değişiklikler oldu mu yoksa hâlâ hayali kedilerin ve hayali bir egemenliğin mi peşindeyiz?
Bu soruyu canlı tutmayı, toplumsal ilişkilerimizin bağışıklığı açısından da anlamlı buluyorum.** Bununla birlikte bu gündemdeki “biz”i bu kadar belirsiz bırakırsak bir yandan da güncel gerçeklikle ilişki kurmaktan kaçınmanın yollarını döşemiş oluruz. Salgın sürecinde üretilen yaklaşımlardan tartışmalara sıkça konu olan bazılarının da bu dertten muzdarip olduğunu düşünüyorum. Bu süreçte; salgın yanılsaması, teknolojik mutlak otoriterlik, yeni bir dünya kardeşliği, insan gibi duygulanan ve davranan bir doğa, dünyalıların ortak savaşı, alt sınıfların ve ezilenlerin trajedisi vb. gibi temalar etrafında geliştirilen yaklaşımlar mitsel anlatılar içermelerine eşlik eder biçimde, dönüştürücü öznenin kim/ne olabileceğine ilişkin belirgin belirsizlikler barındırıyor. Elbette bazılarının gerçeklikle ne düzeyde temas halinde olduğunu anlamak için daha fazla zamana ihtiyaç vardır ama her halükarda dönüştürücü özneye ilişkin –kolaycı- belirsizlik, ya da yer yer aşırı soyut genellik, sorunun çözümünü iyice bulanıklaştırıyor. Ne kadar devrimci niyetlerimiz olursa olsun hayatta bizleri siyasi ve iktisadi iktidarların çözümlerine bağımlı kılıyor. O zaman burada şu soruları sormamız gerekiyor: Doğayla olan ilişkimizin yeniden düzenlenmesine kim/ne aracılık edecek ve bu ilişkinin kurucu yasalarını yeniden tanımlayacak? Doğanın yabancılığı ve kestirilemezliği ile yeni bir ilişkinin taşıyıcısı kim/ne olacak?
Bana kalırsa ekososyalist nitelikli özneyi bir ara alan gibi, aracı ve ortak bir özne/kurum/ekosistem gibi düşünebiliriz. Katılımcılarına (kişi, grup ve kurumlar) ne kendi mücadelelerini bırakma şartı koşan ne de onların toplamından ibaret olan bir alan. Yani onları ne inkâr eden ne de kendileri olarak bırakan ortak bir kurum. Burası öyle bir yer olmalı ki katılımcılar arasında, içe kapalı ve iyilik ahlakı odaklı gruplarda olduğundan farklı bir “oyun” dönebilsin; böyle olabilsin ki kedilerin/doğanın “deliliğinin” gerçekçi bir biçimde ancak oyunsu bir ilişkiyle karşılanabileceğini bize hatırlatsın ve yaşatsın. O ortaklıkta mücadeleciliği bile zaman zaman kenara bırakıp duygusal nefesler alabilelim. Ve nihayetinde bu ortak grubun “içeridekileri” yaratıcı bir eşitlikte bütünleştirme eğilimi “dışarıdakileri” yaratıcı bir eşitliğe büründürme arzusunu güdülesin.
Böylesi bir ortak kurum hakkında daha tartışılacak çok şey olabilir ama burada özellikle şuna değinmekte fayda var. Ekososyalist nitelikli ortak bir öznenin amaçlardan biri, insan doğa ilişkisinin temel yasa koyucularından olan kapitalizmi de bertaraf etmek olacağından, sınıf hareketi ve onun kurumları bu kurumun zorunlu katılımcısı olmalıdır. Ne kapitalizmden kurtulma yolundaki merkezi sorumluluğu yadsınan, ne de sadece kendinde, yani kendi “uygar” pozisyonunda (günümüzde sınıf hareketleri için, “ikircikli” bir aşamadan “uygar” aşamaya geçmenin bile ne kadar zor olabildiğini ayrı bir gündem olarak kenara yazalım) takılı kalabilen sınıf hareketleri ve kurumları. Sınıf oluşum süreçlerini, sınıf mücadelelerini, sınıf kurumlarımızı bu yöne doğru itmek için elimizden gelenler olabilir; bunları aramaya devam edelim.
*https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya/2020/06/23/italyan-doktor-bassetti-virus-asi-olmadan-kendi-kendine-yok-olabilir/
**İlk zamanlarda yazdığım bir denemede toplumsal-ruhsal bağışıklığın dayanışmacı kaynaklarından söz etmiştim: http://elestirelsosyalistdusunce.blogspot.com/2020/03/virus-zamanlarnda-toplumsal-ruhsal.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder