10 Kasım 2020 Salı

Torba yasa ve süt banyosu: Sınıfın kaybı, eğlencesi, mücadelesi

Baran Gürsel

Genellikle siyasi ve iktisadi otoritelerin, gayrimeşru olarak adlandırdığımız hamlelerinin karşısına, meşru bulduğumuz, bireysel veya kolektif, hukuki, sosyal, kurumsal, vb. mücadeleleri koyar, bunların hayata geçmesini ister, öyle oldukça da sınıf mücadelesi adına memnuniyet duyarız. Bu tepkilerin birikerek, doğrudan ve dolaylı dönüşümlere yol açacağını, hiç değilse zamanı geldiğinde özdeşim kurulacak örnekler oluşturacağını düşünürüz. Bu “uygar” çaba, yıkıcı bir saldırganlığı etkisizleştireceğine inandığımız panzehir gibidir. Ne var ki bize meşru ve uygar gelen tepkilere/mücadelelere gereğinden fazla bağlanmamız da olasıdır ve bu türden bir fazla ilgi, sınıfın "gayrimeşru" niyetlerinin doğrudan dışarıda bırakılmasıyla sonuçlanabilir. Bu, hem sınıfla temastan kaçınmak, hem de, sınıfın olası en “gayrimeşru” niyetinin kapitalizmin reddi olduğunu düşündüğümüzde, kapitalizmin bertaraf edilmesi ihtimalinden uzak durmak anlamına gelebilir. 

İşçilerin, kıdem tazminatı, iş güvencesi ve emeklilik haklarında ciddi kayıplar yaratacak yasa tasarısına karşı sınıf mücadelesinin meşru yollarıyla direnmenin gerekli ve anlamlı olduğunu inkâr etmek abes olur.* Ama bunun yanı sıra, yasa tasarısının ve ona karşı mücadele çağrılarının sınıfın gündemine ne kadar girebildiğini değerlendirmek ve buradaki eksikliği yorumlamak gibi bir hedefimiz de olmalıdır. Aksi takdirde ufkumuz bir tür kaçınmayla belirlenir, baktığımız yerde görebildiğimiz ise sadece kendi idealimiz olur. Bu türden değerlendirmeleri yapmanın bir yolu, ilk bakışta göze meşru gelmeyen tepkiler üzerine düşünmek olabilir. “Süt banyosu” tam da böyle bir örnektir.**

"Süt banyosu" bir rüya gibidir. Yoksunluğa karşı bolluğun, kaybetmeye karşı temellükün, acıya karşı sefanın, kirlenmeye karşı saflığın, sert gerçekliğe karşı yumuşak dokunuşun rüyası. "Süt banyosu" bir iletişim/ilişki gibidir. Rüyayı gerçekleştiren eylem, sağlık kaygısını yok saymasıyla -hem de pandemi günlerinde- başkalarının kaygılarına dokunarak onları dürtmenin, onları çeşitli duygu-düşüncelere sevk etmenin peşindedir. Bir bireyin ruhsallığına dair çıkarımlarda bulunduğumuz sanısına kapılmadan –ve bunun da altını çizerek- söylersek “süt banyosu”, güncel sınıf ilişkilerinin, tersine çevrilmiş, “meşru” düzen dışına çıkarılmış, çatışmasızlaştırılmış, bireyselleştirilmiş, yoğun duygulara sahne olan, görülme talebi içeren bir görünümüdür. Sınıfın kayıplarının katmerlendiği bir dönemde bu görünüm, bize öncelikle sınıfın “mücadele etmeyen” kesimlerinin de kayıpları deneyimlediğini ve ona karşı bilinçdışı ve bilinçli yanıtlar ürettiğini söylüyor olabilir. Bu türden sınıf deneyimi ifadeleri, hem devlet, işveren, iş, meta, para vb. gibi unsurlarla hem de diğer işçilerle kurulan bilinçdışı ve bilinçli ilişkilere dair ipuçları taşır. “Süt banyosu”, işverenle sefada birliktelik, işçilerle sefada ayrışma, (gizlenen/uyandırılan) hasette/öfkede ortaklıktır.

Bu türden ipuçlarıyla meşgul olmaya dair sınıf örgütlerini ve bizleri sınıftan kopartan meraksızlık bana kalırsa sadece, bu tabloda arzu etmediğimiz bir şeyi görmüyor olmamızla açıklanamaz. Aksine bu sahnede gördüğümüz şey belki bizim de arzu ettiğimiz şeydir: Yani, aynı toplumsal koşullar (örn. sınıfın parçalanmışlığı) belki bizlere de duyulmasından pek hoşnut olmayacağımız rüyalar gördürüyor, kardeşçe ilişkiler hayal etmemizi zorlaştırıyor, çareyi sefa sürme ve kaçıverme hülyalarına dalmakta bulduruyor olabilir. Dolayısıyla bizzat ortak olan noktamız (ortak deneyimlerimiz ve koşullarımız) ortaklıktan kaçınma ve birbirimizi merak etmeme sebebimiz haline geliyor olabilir. Bu türden sınıf deneyimi ifadelerinin, ahlaki uyarılar aracılığıyla görüş alanımızın dışına düşürülmesine izin vermemek, bu türden ortaklıkların bulunmasına imkân sağlayabilir. Neticede mücadele, ortak deneyimlerin üzerine değilse nereye inşa edilecektir?

Bana kalırsa, ortak deneyimlere ilişkin merakımızın iyice köreldiği koşullarda sınıfın uygar formlarına (kampanya, eylem, kurum, vb.) fazla ilgi gösteriyor olmak, mücadeleden önce, güvenli ortam arayışına karşılık gelebiliyor. Özellikle de tabandan mücadelenin bu formları hareketlendirmediği durumlarda.  Güncel koşullarda bu iki arayış/ihtiyaç (mücadele ve güvenli ortam) iç içe girebildiği için, daha doğrusu güvenli ortam arayışı bize bazen, mücadele arayışı olarak göründüğü için, iki ihtiyaç da belli ölçüde yanıtsız kalabiliyor. Güvenli ortam arayışıyla geliştirilen formlar da (kampanya, eylem, kurum, vb.) çoğunlukla, ortaklık ve uzlaşmanın değil, “iyi ahlakın” ve parçalı var oluşun mekânı oluyor. Ama yine de güvende olmanın tek olasılığı sayılıyor. Böylece, bu tarz uygar mücadelelerden ve kurumları aşma veya çeşitlendirme ihtimalleri, ciddi bir korku ve dirençle karşılanabiliyor. Bazı sınıf örgütlerimizin, parçalı, kısmi yanıtlar üreten, ahlaka (ilke adı altında) fazla yaslanan ve geçirgen olmayan yapılar olmasının sebebi de bu dinamiklerde aranabilir. Bu dinamikleri aşmanın ve sınıf mücadelesinin hayalî ve gerçek kapsamını genişletmenin yolunu ararken yine aynı örneğe dönebiliriz. 

“Süt banyosu”, bir açıdan, oyun, eğlence, yaratıcılık ve sembolleştirmenin geri dönüşüne işaret ediyor. Böyleyse önümüze, oyunun, dar bir alana, bireyselliğe ve imge odaklı olmaya nasıl sıkıştığını sorgulamak için de bir fırsat çıkarıyor. Ben, sıkışmaya yol açan bağlama, yer yer kapitalizmle ortaklaşarak bizim de katkı sunduğumuzdan şüphelenmekteyim. Düşüncemizin ve örgütlerimizin, sınıfın acısıyla olduğu kadar –ki onunla ilişkisi de zayıf bulunabilir- onun oyunuyla ve yaratıcılığıyla ilişki kurduğunu düşünmüyorum. Ama bizzat güncel koşullardan ve kapitalizmden kurtulabilmemiz için bu ilişkiye ihtiyacımız olduğundan emin gibiyim. 

* https://www.gazeteduvar.com.tr/sendikalar-karsi-cikti-esnek-calisma-teklifi-geri-cekiliyor-haber-1504116

** https://www.birgun.net/haber/sut-fabrikasinda-sut-banyosu-videosu-ceken-calisanlar-tutuklandi-321912 








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder