15 Nisan 2017 Cumartesi

Şu Başkanlık Meselesini Neresinden Tutacağız?

Baran Gürsel

(Not: Bu metin referandum kampanyaları henüz yeni ortaya çıkarken yazılmış, 12.01.2017 tarihinde Başlangıç'ın sitesinde yayımlanmıştır: http://baslangicdergi.org/su-baskanlik-meselesini-neresinden-tutacagiz-baran-gursel/

Bu blogda yine, referanduma bir günden az vakit kalmış olmasına rağmen paylaşılmasının ardındaki düşünce şudur: Referandum sonucu ne olursa olsun, bizi dayanışma ve mücadele içinde tutacak zihinsel canlılığımızı ve dönüşüm arzumuzu ancak kendi fikir ve eylemlerimizi de tarihselleştirerek koruyabileceğiz. Bu anlamda bu süreçte ürettiğimiz pratik, değerlendirme ve öngörülerin 'gerçekliğe' nerelerde temas ettiğini/etmediğini, hangi yönlerde değiştiğini izlemek; bir yandan bunların yaratıcı yönlerini korurken, bir yandan da onları eleştirel bir değerlendirmeye tabi tutabilmek önemli. Bu metin de başkalarıyla birlikte hem bu sürecin bir parçası ve eleştirel değerlendirmenin nesnesi, hem de bu değerlendirmeye katkıda bulunabilecek bazı varsayımların taşıyıcısı olarak düşünülebilir.)

Başkanlık sistemine geçişin engellenmesi için nasıl bir mücadele verilebileceğine dair çeşitli fikirler dile getiriliyor. Ben de bunlar üzerinden aklımda şekillenen bir düşünce hattını paylaşmak isterim.  

Bana kalırsa, rejim değişikliğine karşı verilecek mücadelenin önemli bir özelliği (başarısının sırrı demiyorum) onun, mücadelenin sonrasıyla, dahası kendi yenilme ihtimali ile şimdiden kurduğu ilişki olacak. Siyasal iktidarın baskısı ve hegemonyası (muhalifi üzerinde sahip olduğu tersten belirleyici kuvvetini de buna katıyorum) ile sınıf hareketinin ve toplumsal muhalefetin dağılmışlığı düşünüldüğünde; verilecek mücadelenin kendi olası yenilgisine dair ne tasarladığı, bu konuyu düşünsel/kurumsal organizasyonunda nereye koyduğu en az, kazanma ihtimalini nasıl ele aldığı kadar önemli.

Bu mücadelenin, referandum sonrasını ve kendi olası yenilgisini tasarla(ma)ma biçimi; sadece “acil ve esas” konuya odaklanmak, ötesini düşünmemek, enerjiyi düşürmemek gibi vurgularla, yenilme ihtimalini aklından geçirmiyor gibi yapmak olursa eğer, bana göre bu, eleştiriyi hak eden bir yöntem olur. Seçilebilecek daha iyi bir yol, kolektif düşünme alanlarımızı mücadelenin “ötesine” ve özellikle “yenilgi” fikrine açmaktır. En azından bu aşamada bunu politik metinlerin bu olasılığı ne kadar içereceği ya da kampanyaların vurgularının neler olacağından -en azından bu aşamada- ayrı olarak tartışıyorum. Benim burada söz edeceğim, kolektif düşünme/konuşma alanlarımızın başkanlığa karşı mücadelenin ötesine dair düşüncelere açılması ihtiyacı ve böyle bir açılmayla bağlantılı olabilecek birkaç pratik öneri.

Aciliyet Hissi ile “Hareket Etmek”

Yenilgiyi düşünmüyor gibi yapan (ve bazen de tamamlayıcı olarak belirsiz bir zamandaki mutlak zaferin kaçınılmazlığına işaret eden) yöntemin, belli bir aciliyet hissine yaslandığını varsayabiliriz. Ortada acilen müdahale edilmesi gereken, değişmediği durumda bizi yok olmanın sınırına getirecek bir durum vardır. Bu tespit birçok açıdan doğru olabilir, duruma acilen müdahale edilmesi gerektiği de savunulabilir -bunları burada tartışmayacağım- ama toplumsal bir acil durumun, aciliyet hissine odaklanmış, aceleci bir zihinsel ve kurumsal organizasyonla çözülebileceği iddiası tutarlı bir iddia değildir. Mevcuttakinden oldukça farklı düzeyde bir organize olma kapasitesine sahip olsaydık da tutarlı olmazdı, ama o zaman bu (gizli) iddiayı koruduğumuzda bile tarihsel birikimimiz ve kolektif örgütlenme halimiz, biz farkında olmadan onu “düzeltiyor” olurdu. Ve belki de o durumda  “acil müdahale lazım” sözünü, zararını çok da düşünmeden odakta tutabilirdik. Bununla birlikte; öyle yaratıcı, kapsayıcı ve daha önemlisi düzeltici bir örgütlülükten uzak olduğumuz şu durumda, bu aceleciliğimize mesafe almak için daha çok çaba sarf etmeliyiz.

Burada özellikle hızlı hareket etme ile hızlı düşünme arasındaki sınırları korumak ve bunları birbirinden ayırmak önemli geliyor bana. Acelecilik düşünme alanında işler. Düşünmeyi hızlı yaptığımız ve bunun için bazı konuşmaları gereksiz, alakasız ve pratik dışı bulduğumuz durumlar aslında, düşüncemizin hızlandığı değil, donduğu, ketlendiği ve kısa devreler yaptığı durumlardır. Ketlenmiş düşüncenin de yaratıcı, dönüştürücü ve ihtiyacımız olan hızda hareketler üretmesini bekleyemeyiz. Daha çok, tekrara düşmeyi bekleyebiliriz. Tekrara düşmek aynı eylemleri ya da aynı kurumsal yapıları tekrarlamak biçiminde ortaya çıkabilir. Bu bağlamda, en acil ve esas düşünülecek şeyin başkanlığa geçiş olduğunu söyleyip, devamına ve olası yenilgi ve kayıplara dönük düşünmemek esasında, bizzat acil ve esas konuyu hakkını vererek ele almamak ve ona müdahale imkanlarını baştan sınırlamak olur.

Bunun yanı sıra, “acilen bir şey yapmazsak yok olacağız” hissini aktardığımız politik çalışmaların hedefle uyumlu sonuçlar yaratacağı fikri de bana tartışmalı geliyor. Korku ve güvensizliğe yaslanmanın yaratıcı kolektif bir eylemle sonuçlanması ve bu duyguların dönüşmesi için gerekli olan fikirsel/kurumsal örgütlülük var olsaydı bunun bir anlamı olabilirdi. Bununla birlikte fikirsel/kurumsal dağılmanın bağlamımızı oluşturduğu durumda, bu hislerin insanı (bizleri) kolayca işgal ederek düşünmenin ve güçlenmenin tersi yönüne çektiğini düşünebilir ve görebiliriz. Ve tabii ki bu zemin üzerinde iktidarın -kırılgan da olsa- ikna ediciliğinin bizlerden çok daha fazla olduğunu da. Hatta belki, bu yolla fikrini “hayır”a çevireceğimiz kişilerden daha azını mı yoksa fazlasını mı “evet”e iteceğiz, bu bile sorulabilir. 

Bu nedenle böyle bir durumda politik çalışma; doğrudan ajite ederek ve ajitasyonla ortada bırakarak değil, deneyimi duyup onu güçlendirici bir bakış açısıyla çerçeveleyerek/örgütleyerek; uyarıcı bir eylem (hayır’a çağıranın eylemi) ile eyleme geçme (hayır’a çağrılanın eylemi) arasında kendiliğinden geçişlerin yaşanmasını beklemek yerine ara aşamaları örmeye emek harcayarak yapılabilir.

Aynı zamanda, sadece acil ve esas olanı düşünmek, gerçek kaybın yaşandığı durumda yaşanacak yenilgi hissi ve çökkünlüğü yoğunlaştırabilir, daha fazla suçluluk/suçlama durumuna hapsolunmasına yol açabilir. Hem mücadele eden öznenin, hem de çağrı yaptığı kesimlerin bu süreçten, çaresizlik ve suçlamalarla boğuşarak çıkması ihtimalini güçlendirmek yerine, yenilgi üzerine düşünebilecek ve yeni yollar tasarlayabilecek şekilde çıkması ihtimalini güçlendirmek, kolektif düşünmeyi mümkün olduğunca açık tutmakla mümkün olabilir.

Pratik Yansımalar

Mücadelenin ötesini ve olası yenilgisini kolektif düşüncemize katmanın politik pratiğimizde de yansımaları olacağını düşünebiliriz.

-Birincisi, “ötesi” düşüncesi şu anı, gerçekle daha fazla temas içinde ele alabilmemizin de koşuludur. Başkanlık sisteminin varsayılan bir ileri zamanda bizim de içinde bulunduğumuz toplumun farklı kesimlerinin bizzat yaşamında nasıl bir etkisi olacağını düşündüğümüzde, karşımızdaki ile konuşma biçimimizi ideal soyutlamalardan daha fazla sıyırabiliriz. Böylece gerçekliğe dokunan, gerçek etki yapacak bir iletişimin, etkileşimin olanağı açılmış olur. Bana göre bir kampanyanın odağını tek bir soyutlamada/sloganda tutmaktansa, işçi sınıfının farklı kesimleri, kadınlar, lgbtiler, vb. kesimlerin doğrudan deneyimine odaklanan, bu deneyimler üzerinden o grupla tartışan özelleşmiş metin biçimleri oluşturulabilir. Bu metinler, iletişim kurulan grubun mevcut baskı ve/veya sömürü deneyiminin ne olduğunu ifade etmeye çalışırken diğer yandan da bizzat bu çatışmalı deneyimin bir sistem değişikliğinden ne yönde etkileneceği, nasıl daha yakıcı ve söz geçirilemez hale gelebileceği dillendirilebilir. Bunların sadece metinler aracılığıyla yapılması gerekmez tabii; bu mantıkla kurulmuş tartışma ve iletişim alanları da yaratabiliriz.

-İkincisi, bu sayede bu mücadele sürecinin kendisini de bir fikirsel/kurumsal örgütlenme süreci olarak tasarlayabiliriz. Uzun, belki de kısa bir vadede -süresini bilemeyebiliriz- dayanışma ve savunmaya yarayacak ilişkilerin  üzerine kurulduğu hukuklar ve çerçeveler yaratabiliriz. Halihazırda birçok yerde yeşeren ağlardan öğrenen, belki de onları birleştiren dayanışmacı bir ilişki çerçevesini kurabilmek için aciliyet hissinin, acil sonuç bekleyip kendimizi ve ötekileri susturma ve suçlamalara düşmenin, konuşmaktan kaçınma eğiliminin, örgüt olgusunu tek bir şekilde algılıyor olmamızın, örgüt-kampanya ikiliğinin, arzu uyandırmaktan uzak sloganların ötesine geçebilmeli, ötesini tasarlayabilmeliyiz. Bu bağlamda başkanlık sistemine geçme ve buna direnme sürecini kendimiz açısından bir kuruluş süreci olarak yaşayabiliriz. Kurulacak kampanya ağlarını, ilişki ağları olarak düşünmek ve bu çerçevede; maddi kaynak kullanımından, konuşma, karar alma ve yataylığı koruma biçimlerine; aidiyet hissini yaratma ve taşıma yöntemlerinden, sorunları ve çözümsüzlüğü kapsama ve düşünselleştirme biçimine; bu ilişki ağını zihnimizin neresinde taşıyacağımızdan, bunların bizi nasıl dönüştürdüğüne kadar birçok gündemi, tam da bu acil ve esas gündem dolayısıyla (daha çok kişiyle) konuşabiliriz. Bunu da başkanlık sistemine geçişi engellemeye çalışmaktan bağımsız olarak düşünmemiz gerekmez.

-Üçüncüsü ve en heyecanlısını ise mantıksal olarak somut halini önceden bilmemiz mümkün olmayacağı için soyut ve cansız gözükecek bir şekilde söyleyebilirim: bu yolla pratiği yeni yöntem ve stratejilere, yeni bakışlara/görüşlere açmış olur, tekrarlamaların kırılması ve “buluşların” ortaya çıkma olanağını yaratabiliriz.

İnsanların birbirine duyduğu ihtiyacın günden güne arttığı bir dönemde, bu tip bir düşünme biçimiyle, hemen bir “başarı” elde eder miyiz bilmiyorum, ama daha çok umut büyütebileceğimize inanıyorum.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder