Sokağa çıkmak kavramı Gezi’deki gibi yaşamsal, yaratıcı ve
eşitlikçi güdülerle mi, yoksa yıkıcı, hiyerarşik ve tabi olmaya yönelik
güdülerle mi yapılan bir hareketi anlatır?
Bunun üzerine Foti Benlisoy’un 15-16 Temmuz’da Sokağa Çıkanlar Kim?**
başlıklı yazısını okudum. Yazının benim de katıldığım önemli bir politik
vurgusu şurada bulunabilir:
Türkiye’de demokrasi cephesi güç kazanacaksa bu, AKP tabanını
siyaseten yararak, en azından bu tabanın bir kısmının AKP liderliğine mesafe
almasını sağlayarak olacak. Yani bu toplumsal tabanı külliyen ve siyaseten
etkilenip değiştirilemeyecek bir öze sahip bir “düşman” addetmektense AKP’nin
kendi “mahallesindeki” olası kaçış ve ihlal dinamiklerini dikkate alan, onları kışkırtmaya
soyunan yöntemleri aramamız gerek.
Ve Benlisoy sokağa çıkanların idealizasyon
temelli ideolojik çekirdek grup dışında kalan kesimini şu şekilde tanımlıyor:
AKP’nin yoksulluğun
yönetilmesi politikalarının yarattığı paylaşım mekanizmalarından şu ya da bu
biçimde istifade eden, Erdoğan kaybederse kendisinin de kaybedeceğine inanan
kesimler olduğu açık.
Tepkilerini de şu cümledeki gibi
temellendiriyor:
“Kazanımlarını”
kaybettirecek her türlü girişime karşı sınıfsal ve kültürel bir öfke ile
verilen bir tepki bu.
Benlisoy’un metnini okuduğumda yazının başında
buraya da aktardığım soruda var olan karşıtlaştırmalı tanımlamanın o şekilde
bırakıldığı takdirde tutucu ve sabitleyici eğilimlere sahip olduğunu ve
Benlisoy’un eleştirdiği noktaya yaklaştığımı fark ettim. Politik vurgusu açısından
ve sınıfsallığa işaret ettiği noktada katıldığım bu metinden yola çıkarak “sokağa
çıkanlara” dair biraz daha ilerletilmiş ama tartışılması gereken birçok yanı
olan bir mantığı kısaca sunmak isterim.
Sınıfsallığın ve Kültürelliğin “Ayrışması”
“Darbeye karşı sokağa çıkanlara” dair
dinamikleri anlamak açısından Benlisoy’un “sınıfsal ve kültürel bir öfke” olgusunu
iki doğrultuda (sınıfsal ve kültürel) ayrıştırmanın gerekli olduğunu düşünüyorum.
“Sınıfsal” ile “kültürel” arasında böyle bir ayrıştırmayı yapmamıza izin veren
kültürün sınıftan bağımsız olması veya sınıfın salt ekonomik bir kategori
olması değil ve ben de bu karşıtlığın her durum için geçerli olduğunu iddia
etmiyorum. Bununla birlikte bu ayrıştırma ve karşıtlaştırmayı gerekli kılan
gerçekliğin ele aldığımız konunun özgünlüğünde bulunduğunu; yazıya konu olan sınıfsal öznenin mevcut Muktedir’i
desteklemesi olgusunun, verili özgün biçimi itibariyle sınıfsallık ve
kültürellik arasında önemli bir gerilimin taşıyıcısı olduğunu düşünüyorum.
Daha önce bir yerde ifade etmeye çalıştığım
gibi*** bu gerilimin ana kaynağı sınıfsal gerçeklikle, kültürel gerçeklik
arasındaki yarılma ve bu yarığın gün geçtikçe daha çok açılması ve kapatılmak
üzere daha dikkat çekici örtülere ihtiyaç duymasıdır. İşçi sınıfının ekonomik,
sosyal ve kültürel ihtiyaçları, yaşamını sürdürme biçimleri ve deneyim
üzerinden ortaklaştığı “kardeşleriyle” ilişkisi onun sınıfsal gerçekliğini
ifade ediyor ve deneyiminin önemli bir parçasını oluşturuyor. Ama aynı zamanda
Muktedir’i takip etmesi, yüceleştirmesi ve onunla (yaşamı ve arzularıyla)
özdeşleşmesi, giderek bu gerçeklikten ayrışan ve sembolikleşen kültürel
deneyiminin başka bir parçasını oluşturuyor. Bu kültürel dünya gerçeklikle
ilişkisi sorgulanır bir şekilde ve idealizasyon temelinde oluşuyor. Elbette
toplum ve kültürün hiyerarşik bir şekilde düzenlendiği her yerde bir ihtimal
olarak beliren bu eğilim, içinde bulunduğumuz gibi bir Muktedir’in tüm iktidar
aygıtlarıyla ve egemen çoğunluk kültürüyle bütünleşmesi ile biat ve güçlü
idealizasyonu durumunda daha belirgin ve diğer durumlardan niteliksel olarak
farklı bir şekilde yaşanıyor. İşçi sınıfının iktidarı destekleyen kesimi için,
bu yolda sembolikleşen kültürel dünya güçlendiği ölçüde sınıfsal gerçekliği hâkimiyeti
altına alıyor ve aralarında bir gerilimin yaratıcısı oluyor. Sınıfsal deneyim yeryüzüyle
olan bağları hep hissettirirken, kültürel dünya sembolikleştikçe gerçek yaşam
ve toplumsallıkla ilişkisinden uzaklaşıyor ve kültürellikle sınıfsallık
arasındaki ipin gerilimi de yükseliyor. Benim bu olguda sınıfsal ile kültürel
arasında bir karşıtlaşma tanımlamamın sebebi de bu. İşçi sınıfının mevcut Muktedir’i destekleyen
kesiminin deneyimi böyle bir yarılma ve içsel egemenlikle şekilleniyor.
Benlisoy’un bahsettiği “kültürel
kazanımların”, işçi sınıfının sahip olduğu kültürü yaşamasının, yaymasının ve
geliştirmesinin önündeki engellerin azalması ve bu yüzden bir rahatlığa
kavuşmasını ifade ettiğini varsayabiliriz. Böyle düşünüldüğünde “kültürel”
kavramı yukarıda çizdiğim mantığa oturmaz çünkü böyle bir kültürelliğin
sınıfsallıkla zorunlu bir karşıtlık içerisinde bulunduğunu söylememizin
doğrudan bir ikna ediciliği yoktur. Hatta böyle bir kültürelliğin (kültürel
kazanımların) sınıfsallıkla (sınıfsal kazanımlarla) uyumlu olduğu örnekler bile
bulabiliriz. Bununla birlikte bana göre Benlisoy’un mantığında gözden kaçan
işçi sınıfının kültürünün Muktedirle özdeşleşme temelinde ciddi ölçüde
sembolikleşmesidir. Yani sokağa çıkanlar arasındaki işçilerin kültürel
dünyasını ele alırken onların kültürel kazanımları ve bunların kaybına yönelik
verdiği tepkileri birincil belirleyen olarak ele almak, kültürel dünyalarının
(dünyamızın) nasıl bir sembolik işgal altında olduğu gerçeğini hesaba katmamak
demektir. Bu sembolik işgal içerisinde elbette kültürel kazanımlar bir ölçüde
güdüleyici rolünü koruyabilir ama bu rol büyük ölçüde sembolikleşmelerin ve
idealizasyonların etkisi altındadır. Ve örneğin bunun neticesi olarak kültürel
(ve sınıfsal) kazanımların –bu koşullar altında- Muktedir tarafından geri
alınması, başkası tarafından ele alınmasına yakın bir etki bile yaratmaz. Çoğu
zaman da bu idealizasyon, bu kayıpların meşrulaştırılmasına yarar.
Bu bağlamda eğer doğru anlıyorsam yazıda
yapılan şu ayrıma katılmıyorum: bir yanda “Erdoğan’ın kişilik kültü etrafında
ideolojikleşmiş olanlar” diğer yanda da “sınıfsal ve kültürel öfke duyanlar”
var. Eğer toplumda ciddi bir kolektif ruhsal gerileme (regresyon) ve Erdoğan’a
yönelik eşi görülmemiş bir idealizasyon olmasaydı belki iki grubun da
kültürelliği (bir yanda idealizasyon bir yanda kültürel kayıplara tepki)
birbirinden ayrı olarak ele alınabilirdi. Bununla birlikte iki grubun da ortak
ve çok güçlü bir kültürel/sembolik yatırım nesnesi bulunduğunu ve ikisinin de
kültürel dünyasının temelde bunun üzerinden şekillendiğini söylemek bana daha
doğru geliyor.
Yani burada işçi sınıfının kültürelliğini ele
alırken mevcut Muktedir’in idealizasyonunu etkili bir faktör olarak ele almamız
gerektiğini iddia ediyorum. Tam da bu idealizasyon “sembolikleşen kültürellik”
ile “kültürel kazanımlar” arasındaki ve dolayısıyla da “kültürellik” ile
“sınıfsallık” arasındaki çelişki ve egemenlik ilişkisini yaratmaktadır. Bizim
de sınıfsal öfke ile kültürel öfke arasında bir ayrıştırma yapmamıza ve
karşıtlık kurmamıza imkân veren de bu gerçekliktir.
Sınıfsal Öfke ve Kültürel Öfke
O halde
mevcut olguda sınıfsal öfke ile kültürel öfke arasındaki ilişkiye dair ne
söyleyebiliriz? Yazıda belirtilen (sembolikleşmiş) kültürel öfkeyi, sembolik
kazanımı kaybetmeye yönelik bir tepki; sınıfsal öfkeyi de maddi kazanımı
kaybetmeye yönelik bir tepki olarak ele alabiliriz. Yukarıdaki ayrımın
mantığını takip edersek bu iki tepki/öfke arasında da bir gerilim olduğunu
söylemiş oluruz. Bu gerilimli ilişki içerisinde de baskın olan ve temel
yönlendirici güce sahip olan, sembolikleşmiş kültürel kazanımın kaybına verilen
tepkidir.
Peki, sınıfsal ve kültürel öfkeyi böyle bir
mantık çerçevesinde birbirinden ayırdığımızda, bahsi geçen kesimin sınıfsal bir
öfke ile değil de sadece sembollerini korumaya yönelik kültürel bir öfke ile mi
oraya gittiğini söylemiş oluruz?
Bu soruyu şöyle düşünebiliriz. Kültürel olanın
sembolikleşmesinden bahsederken esas olarak sembolik kültürelleşmenin,
gerçeklikle ilişkisi daha güçlü olan kültürel kazanımları hegemonyası altına
aldığını ve onları bastırdığını varsaydık. Benzer olarak bu şekilde oluşmuş bir
kültürelliğin de sınıfsallıkla karşıtlaştığını ve onu hegemonyası altına alarak
bastırdığını söyleyebiliriz. Bu iki formülde de var olan bir vurgu bastırma
ise, bir o kadar önemli başka bir vurgu da bastırılanın yok edilmesi değil
egemenlik altına alınmasıdır. Bu iki şey ifade eder. Birincisi, bastırılan –ne
şekilde olduğunun daha uzun tartışılması gerekse de- varlığını korur, içerilir
ve sızar. İkincisi, bu bastırma/egemenlik ilişkisinin varlığı, ilişki yoluyla
var olan bir bütünselliğin varlığını ifade eder. Nasıl ki birey ve toplum
ruhsallığı, “parçaların ilişkisi” ile ifade edildiği zaman bile bir bütünsellik
ifade ediyorsa, burada da nihayetinde bir bütünsellik vardır. Önce ayrıştırma daha
sonra da bütünselleştirme yoluyla ortaya çıkardığımız dinamikler, bütünselliğe
hareket dinaminiğini ve rengini veren dinamiklerdir. Yani kültürelliğin
egemenliği altına girmiş bir sınıfsallık, “kültürelleştirilmiş/sembolikleştirilmiş
bir sınıfsallık” bütünselliğini yaratır. Bu ise “sınıfsallaştırılmış bir
kültürellik”ten farklı bir olgudur. Burada verilen tepkileri de, sınıfsallık
içermelerine rağmen kültürel ve semboliktir.
Benlisoy’un “sınıfsal ve kültürel öfke”si
böyle bütünselliği ifade eder ama yukarıda mantık doğrultusunda açılmalıdır.
Öfke tepkisi bir bütünsellik olarak sınıfsallık ve kültürelliği içinde taşır.
Bu bağlamda darbeye karşı verilen öfke tepkisinin sınıfsal bir tepki olduğu
doğrudur. Bununla birlikte bu tepkinin içindeki kültürellik sınıfsallığı
baskılamış ve büyük ölçüde kendine tabi kılmıştır. Bu anlamda da tepki kültürelleşmiş bir sınıfsallığın öfkesidir.
Tekrara düşmek pahasına şunu söylemek isterim. Burada sınıfsallıkla kültürellik
arasındaki zorunlu ve genel geçer bir özerklik ve uyumsuzluktan bahsetmiyorum,
aksine bu uyumun sağlanmasının ve ikisi arasındaki içsel ilişkinin
anlaşılmasının önemine inanıyorum. Burada kültürelleşmeden kastım,
“idealizasyon temelli bir sembolikleştirmeye dayalı bir kültürelleşme”dir.
Elbette bunun örnekleri sadece otoriter muktedirlerin mevcudiyetinde bulunmaz.
Burada, mevcut örnek ve gündem bu ilişkiyi tanımamıza olanak verdiği için bu
şekilde bir açıklama üzerinde duruyoruz.
Metnin başında yer alan sorudaki karşıtlığı (yaratıcılık-yıkıcılık)
da buradaki karşıtlık ilişkisini ele aldığımız mantıksal çerçevede ele
alabiliriz. (Sokağa çıkanların yaratıcı ve eşitlikçi bir kolektif eğilime sahip
olduğu, ne söylem ve eylemleriyle ne de arzuladıkları sonuçlarla uyuşur. Bu
nedenle şu an bu ihtimal üzerinde durmayacağım.) Yani sokağa çıkanların kolektif
eğilimini yıkıcı, hiyerarşik ve tabi olmaya yönelik olarak tanımladığımızda, yıkıcı
eğilimlerinin yaratıcı eğilimlere egemen olmasından, ikincisinin birincisi
tarafından bastırılmasından bahsediyor oluruz. Ama burada bastırılanın varlığını
reddedemez, “kaçış ve ihlal dinamiklerini” gözden kaçıramaz ve zorunlu yaratıcılık
potansiyelleri yokmuş gibi yapamayız. Yukarıda söz ettiğimiz nedenlerle ve
önünde duran aşılması gereken engellerle kişinin ve toplumun yaşayışında bunlar
mevcuttur. Elbette her kişinin yaratıcılığı yıkıcılık tarafından farklı derecelerde,
sınıfsal deneyimi de kültürel deneyimi tarafından farklı derecelerde
bastırılmaktadır. Bu bastırmanın derecesi ve özellikle hangi tip durumlarda
bunun geri dönüşsüz bile olabileceği tartışmaya değer bir konudur. Bunun kadar
önemli başka bir şey de “kendi içimize kapanmamak için” işçi sınıfının bu tip
idealizasyonlar içerisine girdiğinde ve sembolik deneyimi hâkimiyeti ele
aldığında dahi, sınıfın nesnelliği tarafından yaratılan bir gerilimin zorunlu
taşıyıcısı olduğunu unutmamaktır. Benzer bir “büyülenme” içerisinde biz de sosyalizmin teorisi ve olasılığını unutmaya, kendimizi
bu şekilde savunmaya çalışıyor olabiliriz. Bu Benlisoy’un kullandığı ifadelerde
olduğu gibi bir tür kayıtsızlık ve içe kapanma da olabilir.
Kültürel gerçekliğin sınıfsal gerçeklikle
uyumlu hale gelmesi ve öfkenin sınıfsal içeriği bastırılmış ve neticede kendine
dönen hallerinden kurtulmanın yolu belirsizliklerle dolu olabilir. Bununla
birlikte diğer seçenekler hem “sokağa çıkanlar” hem de “solcular” için sembolik
bir kültürelleşme noktasında kalma ve kimlikleşmenin ötesine geçememe anlamına
geliyor. İhtiyaç duyulan canlanmaların yaşanabilmesi için “karşımızdaki”ne ve
dışarıya doğru yönelmemiz önemli gözüküyor.
* http://elestirelsosyalistdusunce.blogspot.com.tr/2016/07/darbe-girisimi-uzerine-dusunurken.html
** http://fotibenlisoy.tumblr.com/post/147585741014/15-16-temmuzda-sokağa-çıkanlar-kim*** http://elestirelsosyalistdusunce.blogspot.com.tr/2016/05/turkiyede-gerilim-deneyimi-gerileme-ve.html
Baran
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder