17 Temmuz 2016 Pazar

"Darbe Girişimi" Üzerine Düşünürken Kullanılan Yönteme Dair

 15 Temmuz gecesi başlayan ve ertesi gün sona eren “darbe girişimi”nin nasıl bir mantığa oturtulabileceği konusunda cevap arayan birçok soru var. Bu olayın hangi aktörler tarafından nasıl bir amaçla gerçekleştirildiği ile bundan sonra (özellikle ciddi ölçüde devletin başı, devlet kurumları, parti(ler) ve işçi sınıfının bir kesimi dâhil olmak üzere halkın bir kısmının birbirine hiyerarşik-otoriter-askeri-milli-dini “kenetlenmesiyle” belirlenecek olan) nasıl bir yola girildiği konusu oldukça önemli gündemler.  Bununla birlikte ben bu kısa metinde, böyle bir olayı yorumlarken kullandığımızı gözlemlediğim yöntemlere dair önemli bulduğum bazı noktalara değineceğim.  

 Bu tip olaylar üzerine düşünürken soru işaretlerinin korunmasının ve yan yana konmasının meseleye kestirme yanıtlar vermekten daha faydalı olduğunu, çünkü bu şekilde üst üste gelen/gelecek göstergeleri yorumlama tutarlılığımız ve hareket kabiliyetimizin -hızlıca cevaplar bularak ve buna yönelik sinik hareketsizlikler geliştirerek olacağının aksine- artabileceğini düşünüyorum. Böyle bir olguyu yorumlarken bizim soru sorma ve onları yan yana koyma konumunda beklememizi zorlaştıran şeyin ise “çelişkiler” olduğunu düşünüyorum. Burada da çelişkilere karşı aldığımız tutumun, yorumlayışımızı ve hareket tarzımızı ciddi ölçüde belirlediği varsayımından yola çıkarak, onlara karşı nasıl yöntemsel ilkeler kullanabileceğimizden söz edeceğim.

 Böyle bir olay birbiriyle çelişki içerisinde olan birçok görüngüden oluşabilir ve bu çelişkili görüngülerin nasıl bir anlam çerçevesi içerisine oturtulacağı, yani nasıl bir politik analize çevrileceği zor bir konu olabilir. Genellikle sosyalist siyasete de güçlü tesirleri olan anaakım siyaset tarzının, doğrudan cevap verme, politik doğruya yönlendirme, “her koşulda …” türünden mutlak ideal söylemler üretme, tarih üstü kural ve kavramları vurgulama vb. gibi yöntemlerin –bilinçli ya da bilinçsiz kullanılsa da- bu çelişkilerin üzerinden hızlıca geçilmesi ve durumun şiddeti ve cevaplar konusundaki aşırı talepkârlığı karşısında katılaşılması üzerinden işlediği söylenebilir. Söylem ve eylemin böyle bir yöntemle üretilmesi ve soru işaretlerine yönelik bir tahammül eksikliği ya da bilinçli bir tercihle çelişkilerin gölgede bırakılması egemen sınıf ve devletin gücünü pekiştirme riski taşıyan bir eğilimdir. Egemen sınıf ve devlet ideolojisi yönetebilirlik yanılsamasını böyle çelişkilerin gölgede bırakılması üzerinden yaratır. Bana göre, sanıldığının aksine çelişkilerin üstünü hızlıca örtmemek ve gerektiğinde konum değiştirebilmek, sınıf siyasetinin değil, düzeni sürdüren siyasetin altını oyar.

 Bu tip bir olguda çelişkili görüngülerin yorumlanmasının doğrudan bir formülü olmayabilir ama eleştirel bir yorumlama çabasının bu bağlamda iki önemli unsuru içermesi gerektiğini düşünüyorum. 

 Birincisi, çelişkili görüngüleri bu çelişkileri kapsayabilecek bir anlam çerçevesinde buluşturma, bunların bir sürecin farklı ve aslında tutarlı görüngüleri olduğunu kavrama ve dolayısıyla olayların seyrine dair bir süreç okuması yapma çabasıdır. Bunun aksi ise çelişkili görüngülerin varlığında bir tarafı görmeyi seçmek, diğerini dışarıda bırakmak ve dolayısıyla aceleci, mantığını sadece kendi içinde kurmaya çalışan ve kesitsel bir tanımlamanın ötesine geçememek olabilir. Bu, görüngülerin açıklanması ve aşılması konusunda bize yardımcı olmayan bir yöntemdir çünkü bu yöntemle gerçeklik her zaman eksik ele alınır ve o eksiklik mutlak ideal tanımlamalar yoluyla bastırılır. Bu vasıtayla uzun vadeli ve etkili hareketler yaratma imkânları da gözden ırak olur. “Darbe girişmi”ne dair yapılan yorumlardaki genel çıkarımlarda bunu görmek mümkün olduğu gibi (“bu bir parodidir”den “halkın darbeyi yendiğine” kadar değişen çıkarımlar) yorumlarda kullanılan kavramlarda da görülebilir (“sokağa çıkmak”, “halkın gücü”, “demokrasi”, “darbe karşıtlığı”, “sivillik”, vb.). Gerek düzen yanlısı gerekse muhalif açıklama ve yorumlarda tarih üstü ideal kavram kullanımı ve kestirme cevaplara rastlayabilmek mümkün. Elbette bu, bazı açıklama ve yorumların gerçeklikle kesinlikle uyuşmadığı anlamına gelmez ama gerçeklikle uyuşma konusunda pek bazı gerekçelendirmelerden kaçındıkları ve bazı çelişkili görüngüleri içlerine almakta zorlandıkları anlamına gelir. Herhangi bir yorumu ise daha “gerçekçi” hale getirecek olan şey, onun ideal bir şekilde tüm görüngüleri kapsaması değil –zaten bu mümkün olmazdı- ama karşılıklı kolektif tartışmalar içerisinde yoğrulması ve olgunlaşmasıdır.

 Eleştirel bir yorumlama çabasının bana göre ikinci önemli unsuru ise çelişkili görüngüler aynı anlam çerçevesince kapsanamadığında, çerçevede düzeltmeler, eksiltmeler, değişiklikler yapabilmek, “geri adımlar” atabilmektir. Bir çelişkinin anlamsal çerçeveyi değiştirecek güce sahip olup olmadığının tespit edilmesi kolay değildir. Yani, iki çelişkili görüngü bizim anlamsal çerçevemiz tarafından “gerçekten” kapsanıyor mu yoksa çelişki bizi yeni bir çerçeve geliştirmeye mi zorluyor; bu, cevapları, tarihin nasıl okunduğu ve mantıksal/felsefi/politik/ideolojik varsayımlarla belirlenen bir sorudur. Ne var ki bu belirleme bizi- nasıl ki mutlak bir kuşkusuz pozitivizme takılmıyorsak- mutlak bir belirsiz göreceliliğe sürüklemez. Eğer bunlardan birine sürükleniyorsak bu, bizi bekleyen zorluktan ve belirlilik-belirsizlik arasındaki salınmayı kaldırmaktan çok hoşnut olmadığımız için olabilir. Burada bizi bekleyen, tarih okumamızın ve mantıksal/felsefi/politik/ideolojik varsayımlarımızın tartışılması, gerekçelendirilmesi, temellendirilmesi, gözden geçirilmesi, başkalarıyla buluşturulması süreçleridir. Elbette her politik analiz süreci bunların gerekliliğini aynı oranda yaratmaz veya buna yeterince zaman tanımaz. Yine de bu gerekçelendirme ihtiyacı hem, her güncel politik okumayı yapma tarzımızın bunlarla ilişkili olduğunu hem de, birbirimizle sadece gündelik (önemsiz demiyorum) yorumlarımızı “çarpıştırmanın” ötesinde buluşma ve “çarpışmalara” da ihtiyacımız olduğunu bize hatırlatır.

 Bu iki unsuru vurgulamamın sebebi, bir yorumlama yaparken çelişkilerle nasıl başa çıktığımızın üreteceğimiz söylem ile eylemin tutarlılığı ve politik etkisi açısından önemli ve belirleyici olduğu düşüncesidir. 

 O halde eleştirel açıklama/yorumlama sürecinin her iki unsurunun da gerektirdiği şöyle iki çaba var: zaman tanıma ve esnek olma. Bu iki kavramın ne kadar “liberal”, “postmodern” ya da “gelişigüzel” gözükebileceğinin farkında olmakla birlikte bu iki kavramı yukarıda önem atfettiğim iki şeyle birlikte düşünürsek, bunların neden eleştirel sosyalist bir politik okumanın unsurları olabileceği ortaya çıkar. “Zaman tanıma”, göstergelerin belli bir olgunlukta ortaya çıkması, çelişkilerin berraklaşması ve bir vade içeren doğrulamaların (ileriye ya da geriye yönelik) yapılabilmesi için önemli gözüküyor. Bununla birlikte buradaki “zaman”ın sayısal-doğrusal bir zaman olmadığı söylemeliyim. Bunu dakika, saat, gün, ay, yıllarla ölçülebilen bir süre yerine bir ilke, beklemenin bir niteliği olarak tanımlamak daha doğru olur. Olguların ve okuyucularının “yeterli zamanını” belirleyen “süre” değil, “aciliyet hissine kapılmama, kestirmelere kaçmama” ilkesidir.

 Benzer bir şekilde “esneklik” de “o da olur bu da” şeklinde ifade edilen bir teoriden kaçma yöntemi değil, “yanlışlanmaya ve doğrulanmaya izin verme” ve “vazgeçebilme” ilkelerini ifade eder. Bu iki ilkeyi, “liberal” , “postmodern” ya da “gelişigüzel” yapan örtük ama bir o kadar ciddi bir mutlaklık içeren, “mutlaklık karşıtı” neoliberal düşünme biçimleridir.

  Gerçekleşen “darbe girişimi” üzerine düşünürken, aklıma gelen iki yöntemsel ilke ve bunları sağlayabilecek iki çabayı ifade ettim. Mevcut olay üzerinde düşünürken, bunu yapan birçok kişi gibi, ben de başka olayları da düşünürken kullanabileceğimiz fikirler çıkarmaya çalıştım. Bu gibi olay/süreçleri yorumlarken, aslında birçok kişinin zihninde beliren ama etkisi kaybedilen ilkesel ve yöntemsel konuları da gündeme almanın (buradakiler doğru bulunsun ya da bulunmasın)  görüngülerin“esas anlamı” ve “esası anlama çabasıyla” bizi ilişkilendireceğini, alınacak “darbelerden” bizleri koruyacak ve “darbeleri” bertaraf edecek zihinsel ve politik örgütlenmeye imkân açacağını düşünüyorum. 

  Bana göre, “darbe girişimini” okurken kendimizi tartışmalar çerçevesinde daha gerekçelendirilmiş yorumlar yapmaya doğru açarsak, hem çelişkili görüngülerin ardındakini anlamaya izin veren hem de buluşmalarla olgunlaşan okumaların oluşmasına imkân tanımış oluruz. Böyle bir çabanın var olmadığını söylemek gibi bir niyetim yok ama “darbelerin” etkisi bizi bir tür hızlı davranmaya ittikçe bu çabadan uzaklaşma riskimizin arttığını söyleyebiliriz. Biraz nitel bir “yavaşlama” yakaladığımızda ise anaakım siyaset tarzına benzeşen ve düzeni var olan haliyle dondurmayı arzulayan mutlak ideal tanımlardan (demokrasi, sokağa çıkmak, halk, halkın tepkisi, sivil vb.) uzaklaşabilir, eleştirel ve sosyalist bir gerçekçilikte farklı konumlardan da olsa buluşabiliriz. Anlamayı, tanımlamanın önüne koyan böyle bir çaba mutlak gözüken tanımları da gerçek içeriğine ayrıştırabilir. Yani böylece hızlıca kullanılan bazı kavramlar da üzerine düşünülecek alanlar haline gelebilir. Kavram kullanımına dair aklıma gelen üç soruyu belirterek metni tamamlıyorum:

-Kullanılan demokrasi kavramı herkesin yaşamı hakkında birebir söz hakkına sahip olduğu demos’un egemenliği mi, yoksa sömürü ilişkilerine dokunmaktan uzak “siyaset”le sınırlı ve aynı zamanda temsili yüceleştiren bir olguyu mu ifade eder?

-Sivil kavramı “bir seçim sonucu yönetime gelmiş kimse” dışında bir anlam ifade etmez mi ve tüm yönetimsel, askeri, bürokratik ve yargısal gücün bir kişide toplandığı, bir kişinin her türlü silah ve zor üzerinde birebir söz hakkına sahip olma durumunda bile durumu tanımlayacak olgu sivillik midir?

-Sokağa çıkmak kavramı Gezi’deki gibi yaşamsal, yaratıcı ve eşitlikçi güdülerle mi, yoksa yıkıcı, hiyerarşik ve tabi olmaya yönelik güdülerle mi yapılan bir hareketi anlatır? (Ki bu tartışma sokağa çıkanların darbe karşıtlığını sorgulanır hale getirdiği gibi, bir gün evvel muhalif birçok kesimce “biat ediyor” olarak tanımlanan halkın bir sonraki gün bu güdülerinin nasıl canlandığını ve bir gün sonra da tekrar bunların yok mu olacağının açıklanmasını da zorunlu kılar).

Baran

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder