30 Ocak 2018 Salı

Kim planlayacak, kim yapacak? Aktör sorunsalı

Umut Kocagöz

Geçtiğimiz hafta sonu yapılan “Eleştirel Sosyalist Düşünce Tartışma Dizisi” serisinin yeni başlayan ikinci serisinin ilk oturumu “sosyalist planlama” üzerineydi. Sunumlar ve ardından yapılan tartışmalar, ilginç konuları ön plana çıkardı. Merkezi-yerel; demokrasi-katılımcılık, planlama-koordinasyon vb. Kavram kümeleri üzerinden değişik tartışmalara uç verdi. Bir takım meseleleri derli toplu düşünmemize vesile oldu.

Sosyalistlerin çeşitli konular üzerine düşünürken -özellikle büyük meseleler, makro meseleler- düştükleri çeşitli hataların tartışmalarda önemli sorunlar teşkil ettiğini düşünüyorum. Bu hataların önemli bir tanesi, konuşurken bir aktör konumunun unutulması, veya görünmez kılınması. Bu durum bizim bir takım konularda “fazla” düşünmeye, bir takım konuları ise havada düşünmeye zorluyor. Önerilen düşünme biçimi sonuç olarak ayakların yere basmamasına sebep olabiliyor.

Örneğin, mevzuubahis toplantıda konuştuğumuz meselelerden biri olan “planlamanın nasıl yapılacağı” sorusunu sorabilmemiz için, bu planlamayı kimin yapacağı sorusuna bir cevap verebilmemiz gerekiyor. Mesela, diyelim ki bir ülkede, bir kentte veya bir beldede, tarımsal üretime dair bir planlama yapılması düşünülüyor. Bu planlamayı yapacak kişilerin toplumsal rolü ne olacak? Bunlar, mesela bir belediye kurumunu ele alalım, bir kamu kurumu olarak belediyenin tarım işleri departmanında görevli olan -muhtemel mesleği sosyolog ve ziraat olan- memurlar mı olacak? Dolayısıyla, bu memurlar bu planlamayı yaparken hangi bilgiyi/ne tür bir bilgiyi kullanacaklar? Hangi ihtiyaçları temel alacaklar? Mesela, ihtiyaçlar yanında “arzu” ve “istek” gibi şeylerin bir fonksiyonu olacak mu?

Bunları düşünmek bana bu organizasyonun nasıl yapılandırılacağı sorusundan bağımsız görünmüyor. Yani belediye, mevcut mantığı ve çalışma şekliyle mi var olacak da, bunun bir departmanında var olan bir kaç memur belediyenin kapsam alanındaki yaşayanlar için çeşitli hizmetler üretecek? Yani, planlama bir hizmet üretimi olarak mu düşünülmeli? Yahut, daha katılımcı yollar geliştirerek, daha demokratik bir planlama mekanizması mı inşa edecek? Başka bir örnek, kamucu bir yapı adına, daha teknokratik biçimde de olsa, belirli algoritmalar üzerinden, sert bir merkezi planlama mı uygulanacak? Peki bu algoritmalar nasıl belirlenecek? Tarihsel haklılık, örneğin sosyalist olmak -ki bunun nereden geldiği, nasıl bir renge sahip olduğu her daim sorgulamaya açık olacak- böyle bir yönetsel tarzın meşrulaştırılmasında yeterli olacak mı?

Şimdi de ikinci bir sorunsal alanına geçelim. Bu planlama meselesi bir takım ihtiyaçların ve taleplerin giderilmesine yönelik iken, bu aktivitenin, en basit anlamıyla bir alışverişin hangi ölçme birimleri çerçevesinde yapılacağı da hayati bir husus. Hayati, ve hatta, bunların birbirlerinden ayrılamayacak meseleler olduğunu düşünebiliriz. Tarihsel-toplumsal işbölümünün bir sonucu olarak ortaya çıkan para mefhumu, esasında meta üreticisi toplumda metaların soyut emek zamanı üzerinden ölçülmesi ve bunların alışverişini mümkün kılmak amaçlı bir değer tahsis edilmesini ifade ediyor. Bu soyut-emek zaman ölçümü tabiki düz bir analitikte gerçekleşmiyor. Ortada sayısız aktörün, farklı piyasa mekanizmalarının, spekülasyonların vs. olduğu devasa bir kapitalist mekanizma var. Lakin bu ölçme işleminin mümkün olmasının sebebi, kapitalizmin mantığı içinde, emeğin böyle bir ölçme işlemine tabi tutulabileceği düşüncesi. Bu aslında son derece teknokratik bir varsayım. Aynı zamanda bir toplum mühendisliği. Sayısı bir kaç milyarı bulan insan çeşidini tek bir ölçme mekanizması üzerinden ölçme çabası. Bu her ne kadar kendi rasyonalitesinde öngörüldüğü gibi işlemese de, farklı yerellikler (uluslar, dinler, kavimler) buna bağlı olarak kendi direnç mekanizmalarını geliştirse de, kapitalist mantık esasında her yerde o yerin şeklini alarak işlemekte desek abartmış olmayız sanıyorum.

Kapitalizm, bu soyut-emek zaman üzerinden geliştirilmiş rasyonaliteyi tutarlı ve sistematik biçimde bütün ilişkilere uygulamakta. Daha doğrusu, kapitalizmin kendisi, bu ilişkilerin yeniden biçimlenişi olarak ortaya çıkmakta. Örneğin, bir arkadaşlık ilişkisi bu tarz bir mantık çerçevesinde kurulduğunda, özünde kapitalist olmayan arkadaşlık ilişkisini kapitalist bir ilişkilenmeye dönüştürebiliyor. Dolayısıyla kapitalizmin bu ilişkinin gerçekleşmesi - hayata geçmesi- olarak düşünülmesi doğru olacaktır. Bu hayata geçme süreci de bir takım ikilikler üzerinden (mesela, merkez- yerel; ast-üst gibi) kendisini örgütleyebilir.

Bu bağlamda, önümüzde iki ayrı ama birbirine sıkı sıkıya bağlı mesele var. Birincisi, “planlama nasıl olacak” sorusu üzerinden aktör meselesine, ikincisi de mübadele nasıl olacak üzerinden “ölçek, ölçü, rasyonalite” meselesine bağlanıyor.

Bu iki mesele birbirine sıkı sıkıya bağlı, çünkü birine verilecek hipotetik yanıt diğerini de büyük oranda belirliyor. Örneğin, farazi bir “kamu” öznesi tarif ettiğimizde planlamanın ölçüsü bu kamunun kontrol alanına denk düşüyor. Merkezi bir devlet aygıtı ulusal bir ölçeği zorunlu kılıyor. Ulusal bir ölçek olarak karşısına “yerel” gibi başka bir muğlak ölçeği getiriyor. Veya, devlet karşına toplumu, merkezi planlama karşısına demokrasi mücadelesini çıkartıyor. Peki, bu ikiliklere mahkum muyuz?

Evet, ben bunların her birinin mücadeleye başlama noktasında geçerliliği olmayan ikilikler olduğunu, eleştirel bir pozisyonun bu tür ikilikleri çözümlemekle/deşifre etmekle/işlevsizleştirmekle yükümlü olduğunu öne süreceğim. Bunlar belki yaşamda bir takım karar alma ve politika yapma süreçlerini belirlese de, politikaya başlarken bu ikiliklerin üzerinden değil, başka bir devrimci mantık üzerinden hareket etmek tartışmaların önünü açacaktır.

Bunların başında inisiyatif meselesi öne çıkmakta. Belirli işlerin belirli aktörler tarafından üstlenilmesi meselesi -yani işbölümü-, işbölümüne yönelik bir temsil mantığını [representation] üretmektedir. Yukarıda örneklediğim “planlamayı kim yapacak” sorusunu sormadan hareket ettiğimizde, temsil mantığı içinden bu soruyu sormuş oluruz. Dolayısıyla bu soruyu yanıtlamak üzere bir teknokratik aktör tasarlamamız gerekir. Bu da, devleti zorunlu kılan bir düşünme pratiğidir.

Halbuki bu soru, devletsiz bir aktörlük düzlemi içinde de sorulabilir. Planlamayı kim yapacak? Planlamayı biz yapacağız, kimseye inisiyatif devri yapmayacağız; karar alma sürecinde beraber olacağız. Peki bunu nasıl yapacağız? Bunu, kendimizi ifade eden özyönetimsel kurumlarımız ile yapacağız. Dolayısıyla “merkez-yerel” ikiliğini ortadan kaldırarak, karar alma meselesinin kendisini esas sorun olarak tayin edeceğiz. Bir grup teknokratın bizim adımıza karar vermesine müsaade etmeyeceğiz. Kimseye inisiyatif devri yapmayacağız. Bize destek olmak isteyen sosyolog, ziraatçı, mühendis, planlamacı vs. farklı meslek gruplarından insanlarla beraber geleceğimizi beraber tasarlayacağız.

Yine kendi öz örgütlerimiz üzerinden diğer öz örgütlerle ilişkileneceğiz; onlarla beraber yatay-birlikler-koordinasyonlar kurarak daha bütünlüklü ve katılımcı planlama süreçleri gerçekleştireceğiz. Yani, kendi içine kapanık, kendi yağında kavrulan, kimseye karışmayan ve adına “kendilik - yerelcilik” denilen bir sinizmle malul olmayacağız. Ancak, kapitalist ölçme mantığını ve dilini de (merkez-yerel gibi) yeniden üretmeyeceğiz. Bizi belirlemeye çalışan kapitalist mantığın yeniden üretildiği dünyayla ilişkilenecek, onu değiştirmek için ilişkileneceğiz. Bu açıdan “kamucu” olacağız, kamuyu ele geçirmek değil, onu bizzat inşa etmekle uğraşacağız. Çünkü kendimizin kamu olduğunu bilerek, kendimizi, öz örgütlerimizi inşa edeceğiz.

Böylece, öz örgütlerin yan yana gelmesiyle, aşağıdan yukarıya değil, aşağıdan-aşağıya bir organizasyon geliştireceğiz. Ne olup bitiyorsa o bizim düzlemimizde gelişiyor olacak. Başkasına bizim adımıza karar verme hakkını vermeyeceğiz. Kolektif bir karar alma süreci içinde olacağız.

Bu türlü bir yaklaşım, kanımca, mevcut kapitalist mantıktan ontolojik bir kopuşu mümkün kılıyor. Mevcut kapitalist mantık, piyasa ve devlet rasyonalitesinin beraber çalışması anlamına geliyor. Yani hem merkezi, hem hiyerarşik, hem de soyut-emek ölçümü bağlamında indirgemeci. Bu bağlamda, en azından organizasyonal anlamda onu yeniden üretmemeyi amaçlamak birincil öneme sahip. Öz örgütlenme girişimleri buna bağlanıyor. Peki, bu örgütlenmeler kendi aralarında kurdukları ilişkide nasıl bir ölçme sistemi geliştirecek? Veya, bir ölçme sistemi geliştirilmek zorunda mı? Bu soru, sanrım baki, ve binlerce denemeler dışında henüz bir çözümü bulunmadı. Belki de bir çözümü hiç bir zaman olmayacak, denemek ve aramak dışında...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder