12 Şubat 2021 Cuma

Memleket adına üzülmenin güncel sembolik niteliği üzerine

Baran Gürsel

 “Memleketim adına üzülüyorum.” sözü, Ayşe Buğra tarafından söylendikten sonra ve Boğaziçi mücadelesinin etkisiyle birlikte, sembolik bir nitelik kazandı sanki, bir sembole dönüştü. Öyle bir sembol ki sadece, iktidar sahiplerinden gelen saldırıların karşısında durmuyor, aynı zamanda, baskı altında olanların ve sömürülenlerin “toplumsal iktidarlarla” özdeşleşmesi riskinin de karşısına yerleşiyor. 

Bana kalırsa, güncel bağlam içerisinde bu ifade, 

*toplumsal kurumları, bundan utanmadan savunmanın mümkün olduğunu gösteriyor ki bu da bize, toplumsal kurumları (üniversitelerden işçi örgütlerine, demokratik mücadele örgütlerinden adalet mekanizmalarına), iktidarın biriktiği kurumlar olarak değil, toplumu, herkesin nitelikli bir yaşam sürdürebilmesi için yeniden düzenleme işlev ve sorumluluğu olan ortamlar/ilişkiler/pratikler olarak da düşünebileceğimizi hatırlatıyor; 

*toplumsal “farkları”, utanç ya da inkâr yerine borca çevirebilmenin mümkün olduğunu gösteriyor ki bu da bize hem, deneyim ve bilgi farklarının (fazlalarının) söylem düzeyinde reddinin ötesinde, topluma “güç” olarak dönmesinin kanalları üzerine kafa yormamız gerektiğini, hem de, herhangi bir deneyim farkının (özgünlüğünün) kimse üzerinde yük olmasına izin vermemenin toplumsal bir sorumluluk olduğunu hatırlatıyor;

 *hem bireysel hem de toplumsal kayıplara aynı anda üzülmenin ve yasın mümkün olduğunu gösteriyor ki bu da bize kaybı; o ya da bu şekilde, hayalde, ideolojide, sözde, eylemde, bireyselde, toplumsalda ikame etmeye çalışma çabasının ve ikame edememenin huzursuzluğunun ötesinde bir duyguyla dinleyebileceğimizi ve kolektif zihinde yepyeni bir rota şekillenene kadar “bekleyebilmenin” mümkün olduğunu hatırlatıyor; 

*eril olmayan bir mücadele dilinin mümkün olduğunu gösteriyor ki bu da bize mücadelenin, kavga edebilen ya da edemeyen, sesi yüksek ya da alçak çıkan, bugün sesi çıkmayan veya sesi beğenilmeyen, haklı ya da haksız, baskı ve sömürü altındaki herkesin potansiyel mekânı olduğunu hissettiriyor ve dikkatimizi, kazanmanın “bir” değil “ortak” haline çekiyor;

*“ötekilerin” çıkarının, öznellik, “özel alan” veya “kısmi çıkarın” reddinde olmadığını, ötekilere dönmenin, “içeriyi” hesaptan düşerek mümkün olmadığını gösteriyor ki bu da bize, birbirimizle paylaşırsak bizi hafifletebilecek olan derdin, kendi baskı altına alınma ve sömürülme deneyim ve alanlarımıza doğru dönmenin derdi ve zorluğu olduğunu ve bunu paylaştıkça birbirimizde/ötekilerimizde derman bulup “memleketin” etiğini bulabileceğimizi söylüyor;

dolayısıyla toplumsal mücadelelerimize, derinleşip genişleme için hakiki bir özdeşleşme imkânı sunuyor ve bu işlevi gören semboller arasına katılıyor. 



1 yorum: